şarap getir bana gittiğin yerden (gidene)
güneşi öldürdüm bu sabah
yorgun bir balıkçı teknesinden
sen yoktun uzakta eski bir kentteydin
görmedin ellerime bulaşan özgür maviliği
griye boyadım sonra
bütün martıların kanatlarını
bilsin herkes
onlarında günahkar yanlarını
güneşi öldürdüm bu akşam
bankta oturan ihtiyarın nasırlı ellerinde
şarap vakti geliyordu
ve gözlerimden akıyordu ellerin
sen görmedin
gelirken gittiğin yerlerden
şarap getir sevgili
artık burdakiler dindirmiyor özlemini
ergin bozkurt 24082008
gidersen
solar mavisi denizin
susar martılar ve istanbul
küser vapurlar heybeliye büyükadaya
menekşeler kırılır
düşler karalar bağlar sonbahar gelmeden
ırmaklar yataklarına küser
küser şehir insanlarına
insanları şehre
gidersen
çocuklar somurtkan olur
yosun tutar oyuncaklar
hüzün adını sayıklar
...
gidersen
yeşil eteğinide al git
eflatun kurdelanı da
kalmasın aklımda yüzün
kalırsa senden bir hüzün
elim küser
kalem küser
mürekkep küser
gidersen
beni de al git
kalırsam senden ayrı bir gün
düş küser
kalp küser
göz küser
kalmasın tenimde büyün
ergin b.
05.06.2008
Masal Şiiri
Masal masal içinde,
Herkes kendi derdinde.
Bölünmüşüz küsmüşüz
Masallarda figüran olmuşuz
Vatan kimin umurunda.
Bir varmış bir yokmuş
Elde yek kuru maaş kalmış.
Komşu komşunun külünü çalmış.
Dindar olmuş herkes.
Dini kara çarşaf sanmış.
Kovulmuş pireler berberlikten
Develer sigortasız çalıştırılmış
Susmuş millet ülke elden giderken.
Hani bana hani bana
Ey ahali uyan aç gözlerini
Üçün biri kaldı sana.
Aşağıya baksam açlık yoksulluk,
Yolsuzluk yukarıya baksam.
Diye anlatsam
Arz-u halini ülkemin
İnanır mısınız bana.
Besmele ile başlasam
Cümle alem inanırdı aslında.
Anlatsam yine
Hiç bıkmadan usanmadan
Çocuklara uykudan önce.
Hey La Fontane sen söyle
Hiçbiri olmaz mı bunların hayvanlar aleminde…
17032008
Süreksiz Bir Sömürge Düşlerimde
bir damla ışık yok
karanlık ve soğuk bu akşam bu şehir
şimdi kim bilebilir
ellerimde ki bu acımtrak kanın kimlere ait olduğunu
tüm zamanı durdurmuşken
ve koyulmuşken yola
sevmek gibi hantal bir yükü omuzlanıp
alındı elimden düş yumaklarım
kayıp gidiyor avucumdan zaman
ve ayağımın altından toprak
…
galata ve haliçte de sönmüş ışıklar
türküler ağlamaya durmuş
karanlıkta kalmış sessiz ve çığlıksız
ağıt yakan iki esmer kadın
…
zaman şimdi elimde buz gibi
ve elimde kimsesizliğimin o kirli kanı
kimsesiz bir zaman
kimsesiz bir akşam
ışık yok
süreksiz bir sömürge düşlerimde
…
bu akşam bu şehir
soğuk ve karanlık
yorgun değilim
üşümüyorum
ve şehir
sanki üstüme inşa edilmiş
11042006
ergin bozkurt
Kelebekler, Kuşlar ve Melekler Üçlemi
yaşamayı bilmek güdüsü vardır doğamda.
ve sevmek koşulsuz şartsız...
ne varsa yaşamak adına...
düşlerimde var hem benim,
masumiyete ve huzura dair...
kelebekler, kuşlar ve melekler üçlemi içinde...
sen,
düşülkemin kraliçesi;
içindeyim işte yaşamın ve sevdanın...
bulutlar pervane etrafımda...
ve yıldızlar...
buna ben diyeyim aşk, sen de huzur...
adı konmasın istersen...
ama birşeyler var,
belli gözlerinden...
şimdi ne olur sevgili...
sakınma gözlerini benden...
10112005
ergin bozkurt
Siyah Bir Gecede Beyin Çarpışmaları
camların ardından seyrediyorum
anlamsızlığın süregeliminde yaşantıyı
köpekler, kuşlar, insanlar binalar,
materyal çırpınışlar gözlerde gördüğüm
alışkanlığım yok karanlıktan kaçmak gibi
içimde eritip bitiriyorum bulantıyı
insanlar dedim
ve sustum
içime attım kelimeleri
ama öncesi anlamsızlık
ya sonra
siyah bir gecede
beyin çarpışmaları
kurak hücremde ölesiye…
06052006
ergin bozkurt
Takıldım Ve Öldüm Bu Kez
tükenmişti kelimelerim sen gittiğinde
en ağır mahkemelerde kırılmıştı kalemler...
bendim affedilmeyen suçu kati olan
insanlıktan yana
ve yakındı infazım aşkın çamdan darağacında...
oysa kuru ve kurak bir yaşamışlıktı hepsi
hiç olmadığı kadar sağlamdı urganlar bu kez
yoktu kurtulma şansımda...
tükenmişti nefeslerim sen gittiğinde
durulmuştu fırtınalarım
bu kez asi duruşlarım durgunluktan yanaydı
ve suskunluktu içimde boğupta kaldırıp atamadığım
vurulmuştu düşler
gri kırmızı ve mavi vurulmuştu
üç noktaydı durduğumuz yer
yada öyle sanmıştık biz
aynı taşa takılmakmış dedik aşkı hep
ben ki çok soğuk ve çok sıcak bir eylül günü
takıldım ve öldüm bu kez
10092006
ergin bozkurt
Yalnızlık Kıvrımları
yanıbaşımdan kıvrılıp akan savruk nehir
ne kadar çok savruk olabilirsin ki benden
çağlayıp gider suların
bihaber kendinden ve gücünden
çağlayıp gider suların
içimde kırılmışlık tortuları bırakıp
...
ne bilmişlik tasladı melekler
ne o kıvrımlarından cezboldum
düşlerimde imge eksilmeleri
yatağımda senden kalan bulanıklık
yatağımda yalnızlık kıvrımları
yanıbaşımda boşa çağlayıp boşa akan divane nehir
ne kadar divane olabilirsin ki benden
akıp gider suların kimsesiz bitimlerinden bihaber
nereye akar bunca su
bunca cerahat bunca kin nereye akar
nerede toplanır yaşanmışlıklar
bilincimde inançsız sevgi eksilmeleri
düşümde kimliksiz bir sevda
düşümde yalnızlığımın keskin kıvrımları var hala...
19082005
ergin bozkurt
Vanilya Kokulu Bayan
...
ve siz;
vanilya kokulu güzel bayan
nasıl alırsınız hüzünlü yağmur kaçamaklarınızı
durun
sakın acele etmeyin
daha çok var
toprakla cemrenin buluşmasına
göz kırpmasına
şimal yıldızının aydınlık bahar gecelerinde
kurgular
planlar
taktikler
an geldi
kılıçlar kınından çekildi erkenden
kavgalar başladı aşk için sözde
...
oysa tanrı cehennemi de yaratmıştı
aşkı bilmeyenler için kapıları ateşten
09012005
ergin bozkurt
Taşlara Sızar Düşümdeki Susuzluk
küçük gemilerim
düşer hep kelebek kanadı dalgalarımdan
zaman içimde boğulup dururken
yitirir içindeki bilmem kaç karatlık elmaslarını
...
kısırdöngü bir yaşamışlıkta
avuçları kanayan melankoli bir çocuk
kasımpatı çiçekleri savaş açar perdelere
içimdeki korkuya küfreder ana avrat menekşeler
direniş adına yalnızlığıma kalkarken yumruğum
martı çığlıkları böler sesindeki erdemi...
sonra kızılı solar
aşkın ve günbatımı gelinciklerinin
isyan türküleri mırıldanır materyalist melekler
avuçları kanamaya devam eder melankoli çocuğun
taşlara sızar düşümdeki susuzluk...
...
uzak yolların tozlu yollarında yoktum...
suya düşer yavaş yavaş elimdeki yara
gözlerin yok gözlerimde
sahi gözlerin nerede
düşlerimden bile alıp gittiğin...
13052005
ergin bozkurt
Savaş Çocukları
su içmeye iner.
özgürlüğün mavi yanlarından,
kara kuru savaş çocukları
bir ülke nasıl düşer bilirsin
kenevir büyütür ceplerinde
ihanete sığınmış siyah yüzlü adamlar
ruhsuz katliamlar arasında,
uzanmıştır ellerin tanrıya,
yalansız karşılıksız
avuçlarında
kandan kırmızı kurak dualar
su içmeye iner
barışın kanatsız kuşları
ruhları çığlık bedenleri kan içinde.
çocuklar görürüm gözlerinde
ne yaparsan yap,
durmuyor bombalar
yetmemiş işte dualar,
tanrının kutsal mertebesinde…
08082006
ergin bozkurt
Sabaha Karşı Düşleri
birazdan sabah olacak
güneşle beraber örtünecek
bütün suçlar ve günahlar
ve yitecek samimiyeti yüzlerindeki insanlığın
nehirler akacak yanı başımızdan
kah coşkun kah durgun
petrol kokuyor şimdi
minareler kiliseler ve havralar
alkolden yana bir huzur arayışı var
katran karası ruhlarda,
yeğleyip pisipisine kör olmayı
uzağız kardeşim, çok uzağız
elele gönül gönüle tutunup
türküler söylemeye insanlığa
şeytana restler çekip
meleklerle sevişmeye
ne para ne pul ey insanlar
yalnızca tanrı girdi aramıza
sabah olacak birazdan
güneş örtecek insandışılığımızı
tüm aydınlığı ve sıcaklığıyla
ve seni anacağım peri kızı
tatsız ve yoksul bir kahvaltı sofrasında
sesim ezana karışacak,
yokluğun yalnızlığıma
sonra melekler adını zikredecek
sen kokan lale bahçelerinde…
06072006
ergin bozkurt
İğrenç Zevkler Kuşatması
harflerin içine sıkışmış korkak bedenler...
yanıldım yine,
özlemler sevdaya değilmiş hiç...
petrol varillerine gizlenmiş aşk...
küresel sevişmeler enstantanesi
namlunun ucundan akan film...
hani şu elimizde cips kola seyrettiğimiz...
...
kandan ve cansız bedenlerden alınan
iğrenç zevkler kuşatması
dört bir yanda sesli sessiz ölüm çığlıkları,
çocuklar anadan üryan...
camda uçsuz bucaksız şiddet,
düşte uçsuz bucaksız kaybedişler...
...
ölüm dörtlükleri akıp durur kara kalemlerin ucundan...
nişan almış avını bekler üçbeş piyade...
deli deli esen şu oynak rüzgar,
şimdi asi çığlıklarımı uyandırıyor içimde...
15082005
ergin bozkurt
Vazgeçiş
öldü içimde gri kırmızı
bikes bir cenazeliğe esridi
yansımasız ve çığlıksız
kıvrak sokak edimlerim
şusuz busuz kanunsuz
kıvrımsız ve düşünsüz
taştan kalp kilden beyin
yaşamak şimdi acı ve kekremsi
öldü içimde lale sarısı
özgürlük mavisi
fahişe martılar
müzmin şeytanlar
sevişmek şimdi farklı bir yavan
şimdi işte tanrım
şimdi kırabilirsin acımadan
kurumuş güllerden yaşama tutamaklarımı
nasıl olsa öldü içimde canan
ve kaldırıp atabilirsin üzülüp gocunmadan
düş konağımın mevcudiyet mefkuresini
öldü içimde nasıl olsa yaşamak farizası
02112006
ergin bozkurt
Kelebek Hikayeleri
yıllarla seviştirdim
karanlığa kanayan gözü yaşlı bedenimi...
kendimle bölüştüğüm
kurak çığlıklarımdı hep...
...
gece büyür şimdi
kızılcık şarabı olur sevdalar içimde...
içim bulanır
hastalıklı aşklar dolanır mabedime...
nazenin kelebek hikayelerinde
usul usul büyür ölüm...
ama kovamam sensindir saçlarını savurup gelen
yokluğuyla birlikte kapıma...
02112004
ergin bozkurt
İmgesiz Denizlere Düşmek
yiğitlik taslar günahlarım karşıma dikilip
örer kızıl kahve tuğlalarını bir bir önüme
keşke çıksın bekler dudaklarım arasından
ister ki bükeyim boynumu
ne gözlerim eskimiş günahlarımı görür oysa
ne de sıkılır kendinden ruhum
denizlere düşerim hep
sen yangınlarımı kuşanıp
günahım seni sevmek bilirim
imgesiz denizlere düşerim ...
martılar göçmen kuşlarına özenir
kanaryalar kimsesiz kırlangıçlara
ellerim kendini arar
yazılmamış sayfalar karmaşasında
ne yorgunluğum döndürebilir yolumdan beni oysa
ne de kırılır kalemlerim
adının geçtiği mavi-karanlık sunağımda
denizlere düşerim hep sen sevdalarımı kuşanıp
günahım seni sevmek bilirim
imgesiz denizlere düşerim
09112005
ergin bozkurt
Ben Seni Kaçak Sevmedim Sevgili
ben seni kaçak sevmedim sevgili...
ışığından kaçmadım...
pusuya yatmadım.
omzumda melekler
avuçlarımda kelebekler taşıdım da geldim sana
ben seni kaçak sevmedim sevgili
sıcağından kaçmadım
soğuk kışlarına sığınmadım
baharları seçtim
yazdan kavruldum
sonbaharda yazdım sana
kutsal aşk metinlerimi
bil sevgili...
emekleyerek cesaretle ve iyimserlikle
düşlerimle attım adımlarımı...
ben seni kaçak sevmedim...
14082006
ergin bozkurt
ütopik gülüşmek
okulundan dönmüş bir vakit içimdeki melek
kuru yağmurlar düşmüş pervazlarına penceremin
yine fesleğenler geçiyor şiirlerimden dur duraksız
dudaklarımdan kaçıyor ütopik bir gülüşmek
umarsızlığın bini bir para
aklımdan geçenler değil cama yazdıklarım
gizlediklerim var daha
yalan yok çok sevdim düş kurmayı
ve sevişmeyi hüzünle hoyratça
saklı kalanlar ve kuruyup gidenler var daha
eski bir kitabın sayfa kurgusunda
burdayım şimdi
çocuk çağlarımın bittiği zamanlarda
yol alıp gitti masumiyet
gitti oyuncakçı rıfat amca
ve bitti sualsiz sorgusuz
o bencil düş kurmalarım
tarihin bilmem hangi günü
okulundan dönmüş içimdeki melek
dudaklarımda ise yine ütopik bir gülüşmek
07122006
ergin bozkurt
Kelimeler İçinde Yitirilmişlik
kimlere ve nelere yazmadık ki şiir
ve kimler için kelimelerle oynamadık
yürüdüğümüz yoldan çıktık
toprak yoldu
düştük kalktık
köpeklerden kaçtık
pişmanlık değildi içimi yakan
içimi yakan kaybettiğim zamanlardı
avuçlarımdan kayan
mahzenimdeki çocuk yüzlerinde
çocuksu masumiyetler aradım
toprak yoldan bir kalıntı
ya da giden sevgililerden bir iz
yoktular
yada yaşanmamıştı hiçbir şey
anladığım yaşamaktan
kaçmaktan ibaretmiş
ve düşmekmiş tekrar tekrar aynı çukura
şimdi bir kez daha
ve bir kez daha
önümde aydınlık mı arıyorum sanıyorsunuz
yada sevgilinin avuçlarındaki yağmur olmak mı düşlediğim
çamurdaki pırlanta yüreğimdeki düş
ve topraktaki kurak sadakat
ellerimde dünden kalma bir çatlak....
derin ve acısı çok
kelimeler...
kelimeler içinde bir yitirilmişlik
bu anlatır beni ancak....
08052006
ergin bozkurt
Deli Devinimlerim
karşılığı yok bu kaybedişlerin
ışıklar söndüyse sokağın başında
ve demir aldıysa son vapur limandan
yoktur dönüşü gidenin
bakma ve iç çekme ardından
bittiyse bitmiş
yıkıldıysa kaleler yıkılmıştır
karşılığı yok bu tükenişlerin
şimdi her sokağa çıktığımda
utana sıkıla
peri kızının ellerini arıyor ellerim
düşlerimi yokluğuna kilitleyip çıktım
bilmem belkide ondandır
bu deli devinimlerim...
08092006
ergin bozkurt
San Fransisco’lu Bellynda
ışıklar sönerken beyoğlunda
geç kalır sokağın tenhalığına çığlıklar
elim sende oynarken bu izbeliğin haşin çocukları
taşlar sökülür dudaklardan
şimdi daha bir ateşlidir sevgili öpüşmeleri
daha bir isterik
sulandırılmış biralar ısmarlarken herkese
esmer tenli garson
barış dallarından koparılmış zeytinler yiyordu
san fransisco’lu bellynda
ve tanrı yok
zaten hiç olmadı ki diyordu
ıslak dudaklarıyla kadehini yudumlarken
sönerken ışıklar beyoğlunda ağır ağır
sevgilinin dudakları çürüyordu dudaklarımda
aptallığa ibadet eden kullara inat
uçurum olmak değildi istenilen bir dağ yamacında
tut şimdi bellynda kurak dualarımı
boğulmadan düşüncenin azgın ırmağında
08062006
ergin bozkurt
Oysa An Vardır
yaşıyorsan vardır sevmek ve ölmek...
ne bir ikilem yaşamışlığım
ne de sevişmişliğim olmadı hiç kendiliğimle...
hoş bir sada bırakır yağmurda şehir
sevmek istersin
an yaşamak dolu dolu
ve yağmak istersin bardak bardak
şimdi şehir senden bi haber
sen şehirden hüzünlü
oysa an vardır
ölüm kadar gerçek
sevmek kadar yalan
oysa an vardır
şehir kadar gerçek
ve sevişmek kadar hüzünlü...
209012006
ergin bozkurt
Sensizlik Mevsimi İçimde Bir Türlü Bitmeyen
nerdesin sevgili
seni nasıl özledim bilsen
nasıl da üşüyor ellerim şimdi
meleklerim gittiler ardından yokluğuna uzanıp
şimdi çingene soğuk marpuçta öyle
çikolata yemiyorum artık
sinemalarda da zaten hiçte iyi filmler oynamıyor şu sıra
seyretmiyorum hayatın herhangi bir anından gelip geçerken benim onları seyrettiğimden habersiz insan yüzlerini
yenikapının yolunu unuttum, denizköşklerin, sahilin
çikolatanın tadını, orta şekerli kahvenin acısını
meleklerimde gittiler biliyorsun yokluğuna kanıp
ellerim üşüyor şimdi
sanma ki soğuktan
sanma ki hayata boyun eğdim yenildim
sanma ki içimde bitip tükenmez savaşlarımda yitirdim seni
bitiremedim seni kristal bardaklarında
şimdi hüzün
şimdi yalnızlık mevsimi
sensizlik mevsimi içimdeki savaşlar gibi bir türlü bitmeyen
bir de kış hiç bu kadar hüzünlü
ve hiç bu kadar karanlık olmamıştı küçük gözlerimde
ve eksik yaşamamıştım dünyayı hiç bu kadar
söyle şimdi sevgili
sen neredesin
aydınlıkların nerde
17122005
ergin bozkurt
Ve Sevmek İster Sabır....
kuşlar uçurdum hayata dair senin taraflarına...
topraksa, yollar aşılmaz kolay kolay
sabır ister sevmek, ve sevmek ister sabır...
kuşlar uçurdum düşlere dair senin taraflarına...
kapalıysa kapılar eğer tümüyle aşka,
ne yolu biter bu kurak toprağın
ne yolu başlar içini kemirip duran bu deli sevdanın...
sabır ister sevmek...
ve sevmek ister sabır....
kuşlar uçurdum bana dair senin taraflarına...
duydun mu seslerini...
08112005
ergin bozkurt
Esmer Bir Kadın Ve Düşsel Çarpışmalar
meleklerim aydınlık kuşanır
yine bulutlardan döner şu ateist dualarım
şimdi tanrı kendi yokluğunu aratır
ihanetler ve salak sevişmeler yaşarken bedenim
kuşlar uçmaya uğraşır
kurak tenimin duvarlarına çarpıp …
silah bıraktı düşlerim
ne oldu kimler vurdu
bilsem avuçlarımdaki kırlangıç kuşunu …
duvarlarımda nem kokar ağır ağır
en ücra köşesinde beynimin
peygamberler ve şeytanlar savaşır
ben ihanetler yaşamış ve kendime tapmışım
ıslıklar çalarken içimde kırılgan edimlerim
sokaktan esmer bir kadın kaçırmışım …
sevgiliden değil masam da birkaç kağıt parçası
elimde tuzlu terden bir ıslaklık
düşlerim kristal camdan ölüm arkası…
ergin bozkurt
Asıl Şimdi Susmalıyım
asıl şimdi susmalıyım
bıçaklar açmamalı ağzımı
tanrım
sorsam şimdi nerelerdesin
yoksun işte
perilerin yakarken o bereketli toprağımı
asıl şimdi susmalıyım
boğazıma dizilmeli kelimeler
ve yanmalı içimdeki düşkonaklarım
sevgili tükendi derken kahve kokuları
sökülmeli kökünden
duvarlar aşmaya çalışan tırnaklarım
sarmalamak için
sevgilinin hüzünlü ve ürkek tenini
oysa güzü bekliyordu o tanrısal dokunuşlarım
asıl şimdi susmalıyım
çıkmamalı içimden bedenimi yırtan kelimelerim ...
sen git
ama şimdi ben susmalıyım
hep giden suçludur derler
sen korkma bu suçu da ben üstüme alırım...
29082006
ergin bozkurt
Farzedelim
karmaşa karmaşa
gidip gidip dönmek geri
içinde dövüştürdüğün pişmanlık askerleri
daha ne kadar yaralayabilir ki seni
çıktığında sokağa
hava mı alırsın kendini mi bulursun
azot ve karbondioksit duasında
bakma sen bakma bana
sövüp sövüp yüzümü bükmek yaptığım
sahte ve buzlu cam bulanıklığı
düşümdeki vanilya tütsüsü
farzedelim ben fesleğenmişim
sen büyülü kokusunda kahve
ne kaybederiz aşk gidip gidip geri dönmekse
yıllarca tanımak dakikalara sığdırıp
yok olup tükenme zamanları çıkmak
sevgilinin karşısına
asma bahçelerinde
badanın beyazında
noktanın üçünde
sen yine de gitme sevgili
içinde dövüştürdüğün pişmanlık askerleri
daha ne kadar yaralayabilir ki seni...
08112006
ergin bozkurt
kesmeşeker mevsimler
kesmeşeker mevsimler
betimsiz sözcükler fırtınası varken
içimin o en tuhaf köşelerinde
mümkün mü gözlerinde boğulmamak
ve yırtmamak
o pamuksu çarşaflarını semanın
esmer felsefe nameleri
şimdi gözlerinden önüme atıp durduğun
en insancıl, en hümanist
şimdi ellerini tutmak varken
ve sevişmek
ateşlerin buzul yanlarında
kelimeler desenleyip
methiyeler düzüyorum yokluğuna
kesmeşeker mevsimler
bitimsiz sözcükler fırtınası dönerken
içimin o karanlığımsı köşelerin de
mümkün mü gözlerinde boğulmamak be sevgili
26102006
ergin bozkurt
kırılmış çerçeve
kırılmış bir çerçeve içindeyim
sıra dışı bir cehennem
aptal bir cennetin düşündeyim
sokaktan çağırdığım kadınlar
odunlukta beslediğim kedi kadar olamadılar
imgelerin içinde buruşturdum tenimi
kırılmış bir çerçeve içindeyim şimdi
eski türkçe seviştim
osmanlıca ezildim
farsçaydı içine ettiğim aşk
lakin bitti
ölmüş dünya dillerinde sevişme girişimlerim
kendi avuçlarımda ezdim benliğimi
ne desem boş
ne yapsam...
kırılmış bir çerçeve içindeyim şimdi...
25102006
ergin bozkurt
Usul Usul Gider Sevgili Sokağın Başından
Deli divane bir rüzgar eser, zamansız
Bayram eder yapraklar
Bırakıp benliklerini bu hoyrat ritmin dansına
Rüzgara karışır sokaktan gelen gürültüler
Sokağın başından usul usul gider sevgili
Elinde geçmişten bir adam
Uğultular kalır bana
Dört nala koşan insan suretleri arasından
Ve yalnızlık yapışıp kalır damağıma
Mendil satan çocuklar kadar çıplak
Soytarı bir rüzgar eser, destur nedir bilmez
Toplu halde yiter, toplu katliamlar gibi
Binbir emek içimde dağ ettiğim umutlar
Usul usul gider sevgili sokağın başından
Elinde eski tiyatrodan bir adam
Duvarlar mı aşmaya çalıştığım
Beyhude kelimeler ve inançsız yakarışlar
Uğraşlar neye yarar
Şimdi rüzgar bile hoyrat ve asi
Hiç olmadığı kadar
06072006
ergin bozkurt
Bu Şehirde Yalnız Olmak
Karardı ışıkları bu ihtiyar kentin
İzbe bir meyhane penceresinden
Vuruldu ansızın
sokakta kara kuru bir çocuk gibi büyüyen sevdanın bam teline
Söylenirken en has en acı türküsü ayrılığın
Kalemler tükenir oldu
İnsanlığa türküler yakılmaz
Akşamdan dönme bir vakitti işte
Çocuk çığırtkanlığını seçtim
Simidin susamlarında gizli aşkı hiçe sayıp
Kaldırımda taş olmayı
Bardakta buğu
Gıcırdayan merdivenlerden inmeyi seçtim
Şehrin hüzünlü ve keskin yanık kokularına
…
zihninde sevgilinin yüzünü aramak gibi
bu şehirde yalnız olmak
yalnız olmak bu şehirde
kadehte boğulup denizi içmek gibi…
izbe bir meyhane penceresinden
kentin ışıklarını karartmak gibi
bu şehirde yalnız olmak
düş kurup düşevlerini basmak gibi…
ergin bozkurt
Bulutlar Siyaha Alacalanmış
Bulutlar siyaha alacalanmış
Kafa tutuyor asi yanlarıma nispet
Güneş kıskanıyor
yüzünden dökülen nur-u beyza aydınlığını
Bilsem ne var eksik olan
Yayılmış yüzüne kırmızı bir utangaçlık
İsmi yoktur bazen dilinden dökülenlerin
Bedeninde ki titrekliğin
Ufuktan bir kadın geçiyor
Toplamış ne var ne yok hüzünlerini
Bulutlar siyaha alacalanmış
Silah bırakıyor kavgalarım
Gözlerindeki capcanlı meleğe inat
ergin bozkurt
Dönüşümüz Yok
Deniz aşırı sevdalılar gibiyiz
Bedenlerimiz bulutsu ve ürkek
Aleni ve de cesurca
solumamız gerekirken aşkı
Çoktan demir almışız gözler ötesinden
Vakitler gelmişte geçiyormuş
Sanki yılları eskitmişiz koyun koyuna
Nedensiz suskunlukların çığlığı gibi
Ruhlar bilinç yırtıcı aşktan bihaber
Çoktan demir almışız ölümler ötesinden….
ergin bozkurt
Düşlerle Betimleniş
Ömür törpüsü değil mi yaşadıklarım
Zifiri karanlıklar da yol bellemek var bir de
Aralayamadan gözlerini daha
Elini mürekkebe bulamak var bir de
Vurdumduymazlığım da eklersek
Zamanı hepten kaybetmişim
Ekmek kavgasını bitiremeden
Ölümcül düşlerle betimlenmişim
ergin bozkurt
Kana Bulanmış Aşklar
Elleri kesilmiş insanlığın
Kan yağmakta usulca korkak yüreklere
Yorgunluğun terleri silinmiş
Bu ağızlardaki baharın türküsü
Güneş ha çıktı ha çıkacak ufuktan
Umutlar sinmekte gözbebeklerine
Rüyalara girmeye başladı aksakallı dede
Aydınlık gelecekler kapıda
Aşk kan kokusundan yakın
Tam ayak ucumuzda işte
Nedendir bilinmez
Karardı dört yan
Aşklarsa kana bulandı
Güneşi de daha doğmadan kaçırdılar
Koşun ey halkım koşun
Etimizden yaptıkları silahlarıyla
Ak sakallı dedeyi de vurdular
ergin bozkurt
Kimsesiz Rüya
Kaybolmaksa
Kayboldum…
Sönmüş yıldızlarım arasında
En uzak ve karanlık yollarında
Ölmekse… binlerce kez
Kanayan avuçlarında yaşamın
Hüküm sürdü sensizliğim
Eski bir aşk bu
Kimsesiz bir rüya
Ve
Ağır ağır yaşlanmış yüreğim
Kirletilmiş sevdalar arasında
Sevmekse seni
Kendimden bile çok
ergin bozkurt
Uzakta
Martı yok ki buralarda
Gözlerim kanatlarına asılsın
Havalar soğuk, insanlar soğuk
Kerpiçten evler var
Çamurdan yapılmış yollar
Yüreğime benziyor
Ne yana baksan hüzne batmaktasın
Yemyeşil kırlar yok ki burada
Şöyle boylu boyuna uzanasın
ergin bozkurt
Gölge Güzeli
Gölgemden kaçsam
Senden kaçamam
Melodiler ırmağında
Boğulur başlamadan biten aşk
Elimi tut desem
Tutmazsın
Gözüme bak desem
O ayrı bir dert
Mumları yak desem
Yine aynı
Uzat ellerini gölge güzeli
Kenti birlikte yakalım
28122006
ergin bozkurt
Diş Bilemişken Bana Şehir
Karanlıkla yüzleştim
Masumiyet akıyordu sesinden
Ve bastırıyordu çocuk çığlıklarını
Sesimdeki küskünlük
Şehir diş bilemişken bana
Ve sen çekip gelmişken
Düş uykularım boş değil artık
Boş değil sokağa çıkmalarım
Gitarın tellerinden
Koparıp bütün bulutları
Vermek istedim sana
Gece yalın yavanken
Ve sen bu kadar yakınken
Neden olmasın gözden göze sevişmeler
Ve diş bilemişken bana şehir
ergin bozkurt
Uykumsu Haller
kırmızı bir tuvalim vardı
gördüm üzerine işemiş çocuklar
mavimsi bir düş
bahçedeki küçük kulübede sakladığım
korkuyorum
ve saklıyorum özenle
sedef kakmamalı
altın işlememeli bir pazar poşetinde
beyin hücrelerimi
ruh menzillerimi
üzerine pislemesin diye akbabalar
kırkım çıkmadan
yılım gelmeden
ve görünmeden cehennem memurlarına
at arabalarından tekerler çalsam
ne kadar yuvarlanıp giderim
hayatın orta yerinde
kimseye ve hiç birşeye çarpmadan
ölü toprağı üstünde
uykumsu bir haller işte bendeki
düşlerim mi onlar şimdi düşlükte
24022007
ergin bozkurt
neye yarar
gece gelmese üstüme bu kadar
neye yarar oyuncak tanrısına inanmak
çocuk kalmak varken sonsuz göğün altında
koştum düştüm koştum
annem söyledi
yetermiş bu kadar oynamak
aydınlığın destursuz kör yansımaları gibi
varlığımın kurak zamanlarında
neye yarar sokaklara sığınmak
meskensiz ve mesnetsiz
aslı astarı olmayan bir dedikodu işte
kırıp camlarını çocukluğumun girdim içeri
kesiklerim hala dururken bileklerimde
ibadetlerin kutsal dayanağında
ne de güzel olur horoz şekeri tadında yaşamak
hele oyuncağım olursa şehir
ya giderse babam
gecenin bir vakti benden habersiz
hem de öpmeden o küçük alnımdan
neye yarar tekerleksiz arabam
kolsuz bebeğim
yırtık uçurtmam
eksilmiş çocukluğum neye yarar
18032007
ergin b.
ekmek kokusu
başımı döndüren güzel
ne yazsam boş
yada ne konuşsam
anlamsız kalır ağızdan çıkan üç beş kelam
yalnız bir çizgi kalır alnımda
sabittir tecrübe ve aşkla
sokaktan kalmıştır avuçlarımdaki gözyaşlarım
kagir bir gecenin ardından
taşlara sızan bir damla ışık mı
yoksa kan mı içimden akıp önümü aydınlatan
insan yüzlerine dair sevişmeler
sevgilinin gözlerinde vurup yaşantıyı gitmeler
sabah kalk ekmek al ve kokla
eğer alıp gitmiyorsa seni yokluğuna
ne ölüm paklar seni
ne de böyle zamansız çekip gitmeler
04072007 ankara
ergin b.
kandırıkçı bu kent
karanlığın aydınlanması zor yanlarında bulduğum elmas gibisin şimdi...
oysa ben ürkek bir kedi.
bakamam ışığına
kamaşır gözlerim
ya düşürürsem elimden seni
yada alırsa bir harami
ne anlamı kalır denizde mavinin
ne de düşlerimde ki o esmer perinin
oysa ben ürkek bir kedi
geceye vursam kendimi
sokağın o alaşağı edilmiş çöplüklerinde
bilirim sana rast gelmeyeceğimi
kandırıkçı bu kent
bu insanlar
yaşam aslında başlı başına bir pırlanta bir elmas
oysa ben ürkek bir kedi...
kandırıkçı bu kent... bu insanlar...
olmaz güzelim
bu mevsimde hele şimdi gitmek hiç olmaz...
06052007
ergin b.
yaptığım gizlemek
dili yok üstünde yürüdüğüm şu mavi göğün
etimde bir acıma halleri
ruhumda kimsesiz bir titreme
yalan söyleyemem
şimdilik yaptığım gizlemek
yada betimlemek
içimden kopup gelen şu nehri
veyahut dalgalarına sığınmak
ama yapmadığım tek şey
düşmemek için bu nehre
kenardaki taşa tutunmak
07052007 23.30
ergin b.
utanırım
zordur şiiri sevdirmek
düşlerini elinde taşıyan birine
yaşamanın o ağır torbasını almak
ne kadar hafifletirse insanı
sokakta hiç tanımadığın insanlara gülümsemek kadar masum
ekmeğin kenarını ısırarak eve yürümek kadar
dur bozma büyüyü
elimi tut demek ne kadar utandırıyorsa insanı
mistik bir büyü varmış gibi bakma bana öyle işte
zaten geç kaldım yaşamaya
kaçırdığım trenleri bilsen
bilsen elimden elma şekerimi çalanları
hiç bakma bana öyle
elimi tut diyemem utanırım
bilirim sende yorgunsun hiç olmadığın kadar
yaşamak bu değil oysa
deniz kokulu düşler taşıyorum elimde şimdi
elimi tut diyemem
utanırım
16052007
ergin b.
uçurtma
sokaktan besliyorum gülücüklerimi
bundandır hep
üstüm başım toz toprak
direncim dağ
direncim pamuk şekeri
ürkmüyorum ama
kocaman kocaman oluyor gözlerim
annem gibide değil ki uçurtma
24052007
ergin b.
uykudaki direniş
daracık bir sokakta
gecenin bir yarısından biraz daha sonra
üstümde direniş elbiseleri
taşı tutuyorum avuçlarımda
polis bana kaç yazar
şeytan geçmiş benim üstümden
uzaktan şarap kokusu gelir burnuma
devirsem bir şişe daha ne çıkar
devirmesem uyanacağım işte
daracık bir sokakta
son vapurun sireninden çok önce
yoksulum maviyim
ve ölümü eritiyorum dudaklarımda
21052007
ergin bozkurt
anason kokulu sancı
maviliğin içinde kulaç atarken ölümcül melekler
sancılar çıkıyor içimden
sanki yeni bir ülke doğuyormuş gibi
açım
yoksulum
ve ruhsuz edimler içindeyim
sokağa çıkmaya da yüzüm tutmaz ki
aç kalmış üstüme saldırır köpekler
akşamdı
pencere kenarıydı
dirseğimden düştü aşağıya küçük bir dünya
yalnızlığım şimdi kadehimde can çekişiyor
dünya gelmiş geçiyor
zamanlar kendi kendine sevişiyor
bir sevgili tuttum sokaktan
ki ölesiye anason kokuyor....
11072007
ergin bozkurt
içerdeki yalnızlık
ne var şu duvarların ardında
aydınlığına küfrettiğim o yavan güneş mi
yoksa özgürlük benim diye
kendini kandırıp duran mavi gökyüzü mü
ya da çimler mi şöyle üzerine sere serpe
uzanıp savaşlardan kaçtığınız
hani bir kırsam şu demir kapıyı kaçacaksınız hepiniz
yada yıksam duvarları gri olacak mavi gök
oysa ne içimde bir karamsarlık biriktirdim bunca yitik zamanda
ne de kolumda ki çiziklere sebep gördüğüm şu karabasan rüya
mahzenime gömdüğüm yalnızlık ceninleri
çığlıklarını koparmak üzere arşa uzatıp ellerini
yıldızlara uzandım ıslak duvarların ardında
tuttuğumu içime attım aydınlansın diye tüm dünya...
19082007
ergin bozkurt