şarap getir bana gittiğin yerden (gidene)
güneşi öldürdüm bu sabah
yorgun bir balıkçı teknesinden
sen yoktun uzakta eski bir kentteydin
görmedin ellerime bulaşan özgür maviliği
griye boyadım sonra
bütün martıların kanatlarını
bilsin herkes
onlarında günahkar yanlarını
güneşi öldürdüm bu akşam
bankta oturan ihtiyarın nasırlı ellerinde
şarap vakti geliyordu
ve gözlerimden akıyordu ellerin
sen görmedin
gelirken gittiğin yerlerden
şarap getir sevgili
artık burdakiler dindirmiyor özlemini
ergin bozkurt 24082008
gidersen
solar mavisi denizin
susar martılar ve istanbul
küser vapurlar heybeliye büyükadaya
menekşeler kırılır
düşler karalar bağlar sonbahar gelmeden
ırmaklar yataklarına küser
küser şehir insanlarına
insanları şehre
gidersen
çocuklar somurtkan olur
yosun tutar oyuncaklar
hüzün adını sayıklar
...
gidersen
yeşil eteğinide al git
eflatun kurdelanı da
kalmasın aklımda yüzün
kalırsa senden bir hüzün
elim küser
kalem küser
mürekkep küser
gidersen
beni de al git
kalırsam senden ayrı bir gün
düş küser
kalp küser
göz küser
kalmasın tenimde büyün
ergin b.
05.06.2008
sana dokundurmamak hayatı
geceye inen hüzün gibi
çiğ düşüyor yokluğunda gözlerime.
yalnızlık sokakta benimle yürüyor
düşüm sokak lambalarıyla yarışıyor
ay gölgelerime değince
havlayan bir köpek gibi yırtıyor dalgınlığımı
ellerimde titreyen gül yaprağı
gözlerime takılıp
sana geliyorum diyorum
ardım sıra gölgeler
ayağımda eski urgan
elimde solgun bir gül
melodiler geliyor pencerenden
duyuyorum
kulağıma ilintileniyor nağmelerin
döne döne berduşlar geçiyor karşı kaldırımdan
ve çöp toplayıcılar ağır kokularıyla
ayaklarımı sürtüyorum taşlara
ki izi kalsın yolunda
geçtiğimi bilesin
bilesin pul pul dökülen birşeyler var ellerimden
özlemin gibi kanatıyor yokluğun
ve gözlerime inen melodilerin
cabası burnumdaki o mistik eflatun kokun
yar yar
bilesin kılı kırk yarıyorum
sana dokundurmamak için hayatı...
20012009
gidersen...
sen gidersen
solar mavisi denizin
susar martılar ve istanbul
küser vapurlar heybeliye büyükadaya
menekşeler kırılır
düşler karalar bağlar sonbahar gelmeden
ırmaklar yataklarına küser
küser şehir insanlarına
insanları şehre
gidersen
çocuklar somurtkan olur
yosun tutar oyuncaklar
hüzün adını sayıklar
...
gidersen
yeşil eteğinide al git
eflatun kurdelanı da
kalmasın aklımda yüzün
kalırsa senden bir hüzün
elim küser
kalem küser
mürekkep küser
gidersen
beni de al git
kalırsam senden ayrı bir gün
düş küser
kalp küser
göz küser
kalmasın tenimde büyün
ergin b.
05.06.2008
13.15
teslimiyet
Yalnız senin ellerin gezinsin ömrümde.
Beni yalnız sen mahkum eyle sen azad.
Ve yalnız sen iste özgürlüğümü benden
ki nereye saklayacağımı şaşırmadan vereyim.
Ergin BOZKURT (Özgürlüğe uçan kırlangıç kuşuna...)
sevdaya bulanarak
(en güzel menekşe'ye)
kendi kendime yürüdüm
aşılmaz yol sanmıştım aştım
bitmez dediler bitirdim
sonra bir baktım ki daha varmış yolum
menekşe kokuları bezenmiş dört yan
usuldan kırlangıçlar seslenmekte
mavi öyle bir mavi ki
gözlerim heyecandan gebermekte
sırtımda inceden bir keten göynek
ayaklarımda takunya
tak tak tak
hadi oradan sefiri
toprak yolda kolaymı bu sesi çıkarmak
yakınlarda bir deniz olmalı
burnuma geliyor o eşsiz koku
menekşeler dans ediyor papatyalarla
hey bunun adı işte
sevdaya bulanarak yaşamak
ergin b. 02052008
bu sabah
seda'ya
yastığı kokladım bu sabah
sen kokuyordu tüm oda çarşaflar yastık
ellerim bile
velhasıl evimde sesin yankılanıyor
sanki mutfakta kahve yapıyorsun
eşlik ediyorsun salonda yalnızlığma
çamaşırlar birikmiş
sepetin bir ucundan tutuyorsun
yastığı kokladım bu sabah
avuçlarımda bir not seni seviyorum
katlanmış elbiselerin arasında bulmuştum haftalar önce
martılar cama tıklıyor gagalarıyla
çocuk sesleri geliyor sokaktan
havada güneşliymiş
öyle söyledi ajans
üstümde bir ağırlık
üstümde ağır bir sessizlik
hani kapıdaymışsın gibi geliyor
zile basmak üzereymişsinde ben basmadan kapıyı açacakmışım...
kaçıp gidecekmişim
yokluğun daha sinmeden mahzenime
ne geçebilir ki sana sarılmanın yerine
ne tutabilir seni koklamanın yerini
hangi menekşe hangi gül hangi papatya sen kokabilir ...
yastığı kokladım bu sabah
ayaklarım geri geri gidiyor
geri geri yaşıyorum tüm zamanı
gün gün
şiirler geliyor dudaklarıma
okuyamıyorum
yoksun
kitaplarımın tozunu almak istemiyor canım
fincanımda bir kahve lekesi önceki günden
canım sıkılıyor üşeniyorum
hiç kalkmak istemiyorum yerimden.
radyoyu açıyorum.
şarkılar çalıyor anlamsız saçma sapan
ekmeğin tadı yok çayın demi suyun sadeliği
yaşamak artık yalın yavan
yastığı kokladım bu sabah
ve bu sabah canım acıdı
gökyüzü ve deniz
martılar ve kırlangıçlar
menekşeler ve melekler
ve en büyük şey içimi acıtan yalnızlık
güzel kokulu narin menekşem
sen yanımda olsan
ben usul usul gözlerinde erisem
ergin b. 16032008
hey hat...
seda'ya
anlamıştım bir gün suların durulacağını
yoksul bir ekim akşamı
menevşe şerbetinde seviştiğimde...
ve hey hat...
anladım ki
gözlerinde kaybolduğum güzel
tanrının ta kendisiymiş...
hey hat...
yaşamak ne güzel şeymiş...
13032008
yokluğun ve üşümek
(seda’ya)
saldım yüreğime mahpus kelimeleri
çelikten zincirleri kopararak
bıçak gibi kesip alır gözlerimdeki feri soğuk
martıları öksüz zamanı yarıda bırakır gibi
acımasızca kesip kanatarak
ayaz var burada berrak ve keskin
kurduğum düşleri çekip alır gibi
zengin mevsimlerinde kar serpiştirmiş tanrı
beyaz ve masum, ıslak ve çıplak
yoksulları da
yoksul kelimelerimi de görmezmiş gibi
pencereyi açarım, içime ayaz batar
buz kesmiş eski çocuk parkı çimen çayır
yokluğun ve üşümek ne kadarda kardeş
ne kadarda birbirine benzeyen ölümler gibi ağır
ergin b. 19022008
taş düşüşleri
(seda'ya)
geceye dokunmuş öksüz bir çocuk gibi
sokağın başında ağlayan bir adam
yıldızlar bu gece inadına kör
ince bir sızı içten içe kemiriyor beni
aydınlatmaz dünyayı ağzınla kuş tutsan
alnı gibi buruşmuş adamın elleri de
onun da hayalleri öksüz
geceye dokunmuş yoksul çocuk kadar
kadınlar matinesinde çığırtkan bir deli
ellerinde zeytinyağlı bir ölüm
ve her yere düşüşümde
içime içime giriyor yeni bir başlangıç
son olsun bu kez
yaşamayayım uçurumdan aşağı taş düşüşlerini
şaraptan bozma terler dökerek alnımdan
bana kalsın
kırılgan sevgili ve buruşuk ellerim
ergin b. 31102007
uyanış
(seda’ya)
gizlenmeyi seçmiş bu sabah güneş
yok gökyüzünde ondan bir iz
insanların yüzlerinde ışık
gülümseyebilmeye
duyumsayabilmeye dair
ve kuş sesleri yorgun saçak altlarında
daha çok yeni çok küçük
yolu yordamı bile çizilmemiş
çok yeni ve kırılgan bir sevda
tırnakları aşınmamış
eti kemirilmemiş
kutsal ekmek koşturmacaları
yorgun küfür sesleri arasında
yanılıyorsam uyar
savrulurken bedenimiz
bulut sandığımız taşların üstüne
ve uzaklaşırken martı seslerinden
dala tutunmak değil bu
ya da umutsuz bir arayış
sevgili
yanılıyorsam uyar
adını gizlediğim o eski kente
zamansız bir kaçış değil bu
ya da
-aptal yerine koyup-
inanmadığım tanrıya yakarış
olsa olsa bunun adı
avuçlarında un ufak küçültüp evreni
asırlık ve kırışık bir uykudan uyanış
mahrem
mahmur
mahsus
ergin b. 31102007
menekşe şerbeti
(seda’ya)
üstüme iner ağlamaklı bir gece
konuştukça sevecen bir melek
burulur tadı papazkarası şarabın
devirdikçe kristalden bozma kadehleri
yüzüme vurulur rüzgar gibi yürek eksikliklerim
içime çöker karanlık
şehir sustukça
batar bıçak gibi tenime gözyaşların
kör duvarların arasında
sıkışıp kalır kör bir samimiyet
gözyaşlarını öptüm sevecen meleğin
gül kokuları dağıtırken dünyaya
kimsecikler görmedi
ve içine girdim usulca
menekşe şerbetinde bir sevişmenin…
ergin b. 11122007
sana dokunduğumda
(seda’ya)
arşa dokunuyorum sana dokunduğumda
asırlardır kapalı tuttuğum tapınak kapıları aralanıyor
tam ortasında gül rengi bulutlarımın
denizlere kafa tutmak geliyor içimden
kanatlarımı usulca koynuna bırakmak
herkes sana sığınacakmış gibi duruyor
çekiniyorum
menekşe tarlalarında büyütüyorum
hüzünbaz kokusunu saçlarının
tanrıya dokunuyorum sana dokunduğumda
ibadetler anlamını yitiriyor
bir bir ölüyor tanrılar tanrıçalar
yalnızca sen kalıyorsun metruk sunağımda
ölümsüzleşiyor nefesindeki büyü
bir ütopyaya aşık olmak geliyor içimden
gözlerimi gözlerinde yakmak
dünya avuçlarında ıtrileniyor
ben utanıyorum …
ergin b. 24122007