gülümsemek hayata tutunmaktır...
  Atatürk ve Türk Dili
 

 

Atatürk, Cumhuriyet ve Türk Dili

ATATÜRK ve DİL EĞİTİMİ
BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK
Atatürk'ü düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen sıfatları; "askerî dâhi", "büyük milli kahraman", "benzersiz komutan", "emsalsiz lider", "en büyük inkılâpçı", "büyük devlet adamı"dır. Ancak, Atatürk'ün kendisinin belki de en çok benimsediği sıfatı "Başöğretmen"di. Yakınlarına pek çok kereler "Ben her şeyden önce öğretmenim. Ben Milletin öğretmeniyim" demişti. "Devlet Başkanı olmasaydım Milli Eğitim Bakanı" olurdum sözleri de onun eğitim konusundaki hassasiyetinin göstergelerinden biridir. Ayrıca, "öğretmen ordusu olmadan asker ordusunun çabalarının boşa gideceğini, milletleri yalnız ve ancak öğretmenlerin kurtarabileceğini, öğretmensiz bir toplumun millet olamayacağını" söyleyen de Atatürk'tür.

Cumhuriyetimizin ilânının hemen ardından başlayan eğitim çalışmaları, Atatürk'ün dehasının ve cumhuriyetin ilânından uzun zaman önce plânladığı ve hâyâl ettiği güçlü, ileri ve çağdaş Türkiye'nin temelini oluşturmaktadır.

İyi eğitim, iyi bir gelecek sağlar. Bu anlamda Atatürk'ün eğitim anlayışını bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Atatürk'ün kurduğu eğitim sistemi kendimize yabancılaşmadan, dilimizden, dinimizden, kültürümüzden uzaklaşmadan, geçmişimizi bilerek, bugünümüzü sağlamak ve geleceğimizi plânlamak temeli üzerine oturtulmuştur. O'nun hep vurguladığı "Çağdaş Uygarlık Seviyesi"ne ulaşmak köklerini unutmadan hep yenilenmek, en yeniyi takip etmek ve yeniyi üretmektir. Günümüzde yapıldığı gibi "batı uygarlığını taklit etmek" anlamına gelmemektir.
Atatürk'ün başlattığı eğitim reformunun en önemli parçalarından biri "Dil Eğitimi"dir. Latin kökenli Türk alfabesinin kabulü ve "Dil Devrimi" sayesinde, eğitim tarihimizde dev bir adım atılmıştır. Arapça ve Türkçe arasındaki yapısal farklılıklar yüzünden doğan karmaşık yazı dili ortadan kaldırılmış ve Türkçe'nin yapısına uygun Latin kökenli harflerin kabulü ile tüm ülkede okuma-yazma seferberliği başlamıştır. Prof. Suna Kili Türk Devrim Tarihi'nin Üçüncü Cildinde şöyle demektedir:
"1 Ocak 1929, yeni Türk alfabesi ile okuyup yazmayı öğretmek, bunu halka yaymak için Cumhuriyet tarihinde en güçlü, en yaygın girişimlerin başlatıldığı tarihtir. Bu tarihte "Millet Mektepleri" (Ulus Okulları) açılmış, başta bu okulların "baş muallim" (baş öğretmen)i Mustafa Kemal olmak üzere yeni alfabeyi öğrenen herkes tüm yurtta, köyde, kentte tüm olanakları kullanarak bu okullarda kadın erkek, genç yaşlı tüm yurttaşlara okuyup yazmayı öğretmeye koyulmuştur. Gazeteler Türk alfabesiyle yayınlanmaya başlamış, yoğun çalışmalar sonucu Mustafa Kemal'in en yakın arkadaşlarının bile kuşku ile karşıladığı bu güçlü atılım, devrimin büyük önderinin direnci, dayatması ve itişi ile kısa sürede okuma yazma bilenler çoğalmıştır. Bugün Türkiye'de hâlâ okuma yazma bilmeyenler varsa, bu, aradan bunca yıl geçmesine karşın, devrimin büyük önderinin gösterdiği doğrultuda yoğun bir çaba gösterilmesinden ilköğretimin tüm ülkeye, kadın erkek tüm yurttaşlara ulaştırılmasından; her yere ilkokul açılamaması yanında "ulus okulları" geleneğinin bırakılmış olmasından, eğitimde halklaşmanın yozlaştırılmasından kaynaklanmaktadır."
Atatürk'ün dil eğitimi ile ilgili yazışmaları, onun bu konuda harcadığı emeğin bir göstergesi olacaktır.
 
 
ANKARA'DA DİL ENCÜMENİ ÜYELERİ
"Lisanımızda Lâtin harflerinin suret ve imkânı tatbikini düşünmek üzere" Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın emri ile kurulan Dil Heyeti bugün ilk toplantısını Maarif Vekâleti binasının Müfettişlik odasında yaptı. (Ankara : 26.6. 1928)
(Hakimiyeti Milliye: 27.6.1928, s.1)

HARF İNKILÂBINI İLAN EDEN NUTKU
"...Arkadaşlar,
Bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harflerile kendini gösterecektir. Asırlardanberi kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz.
...Bundan sonra bizim için faaliyet, hareket ve yürümek lâzımdır. Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmağa mecbur olduğumuz son değil, lâkin çok lüzumlu, bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Yeni Türk harflerini her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyeti içtimaiyenin yüzde onu, yirmisi okuma yaza bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu, ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lâzımdır.
Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir." (İstanbul : 9.8.1928)
(Cumhuriyet : 11.8.1928, s.1,3)



TEKİRDAĞ'DAKİ YAZI DERSİ HAKKINDA DEMECİ
"...Tekirdağlı vatandaşlarım daha şimdiden yeni Türk harflerile yazıp okumayı hemen öğrenmişlerdir diyebilirim. Memurların kâffesini bizzat imtihan ettim. Sokaklarda ve dükkanlarda halk ile temrinler yaptık. Arap harflerile hiç yazmak, okumak bilmeyenlerin Türk harflerile derhal ünsiyet etmiş olduklarını gördüm. Henüz ortada salâhiyetter makamatın tasdikinden geçmiş bir rehber olmadan, henüz millet muallimleri delalet faaliyetine geçmeden, koca Türk Milleti'nin hayırlı olduğuna kanaat getirdiği bu yazı meselesinde bu kadar yüksek şuur ve intikal ve bilhassa istical göstermekte olduğunu görmek, benim için cidden büyük, ama çok büyük bir saadettir...
Az zaman sonra, yeni Türk harflerile, gözler kamaştırıcı Türk manevi inkişafının vâsıl olabileceği kudret ve itibarın, beynelmilel seviyesini, gözlerimi kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki, bu manzara beni gaşyediyor."
(Vakit : 24.8.1928, s.l)


ÖĞRETMENLERE TEŞEKKÜRÜ
Muallimler Birliği, Ankara'da 25 Ağustos 1928 günü yapılan toplantıda son Türk'ü yeni harflerle okuyup yazdırıncaya kadar çalışmaya ant içtiler. Maarif Vekili Mustafa Necati Bey'in bu münasebetle gönderdiği saygı telgrafına Gazi şu cevabı verdi:
Dolmabahçe
27.8.1928
Ankara'da Maarif Vekili
Mustafa Necati Beyefendi'ye Cevaptır.
Yeni Türk yazısını öğrenmek ve öğretmek hususunda memleketin her tarafında sarfedilen hummalı faaliyet ve mesaiyi derin bir haz ve memnuniyetle müşahede ediyorum.
Bu işte herkesten büyük vazife ve mes'uliyet deruhte eden fedakâr ve çalışkan muallim arkadaşlarımızın iş'âr buyurulan azimkâr kararları ayrıca bâisi memnuniyet oldu. Muvaffakiyetlerini temenni ve cümlesine teşekkür ve selâmlarımın iblâğını rica ederim, efendim.
Reisicumhur
Gazi M. Kemal
(Hakimiyeti Milliye: 29.8.1918, s.1)

HARF DEVRİMİ KARARLARI
1. Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terkedip Lâtin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur.
2. Komisyonun teklif ettiği alfabe, hakikaten Türk Alfabesidir, kat'idir. Türk Milleti'nin bütün ihtiyaçlarım temin etmeğe kâfidir.
3. Sarf ve imlâ kaideleri lisanın ıslahını, inkişafını ve millî zevki takip ederek tekâmül edecektir.
Muhakkaktır ki, yeni harflerle lisana ve imlâya ilk şeklini vermek için komisyonun projesi en kısa ve en amelîdir." (İstanbul : 29.8.1928)
 
(Milliyet : 30.8.1928, s.1)

SAMSUN'DA YAZI DERSİ
Karadeniz seyahatinde, Gazi Hazretleri ilk yazı dersini 15 eylül 1928 günü Sinop'ta verdi. İkinci yazı dersini de 16 Eylül 1928 günü Samsun'da verdi.
Reisicumhur, Hükûmet Konağında biraz dinlendikten sonra, Hükûmet önüne toplanan halka balkondan iltifat etti ve selâm verdi. Buradan Meclisi Umumi Vilâyet Salonunda hazırlanan kara tahtanın yanına gelerek başta Vali Diyarbakırlı Kazım Paşa olmak üzere memurları, öğretmenleri, daire müdürlerini yeni Türk harflerinden imtihan etti ve bu husustaki bilgilerini yokladı.
Sıhhîye Müdür Vekil Dr. Fahri Bey yazılarında en başarılı oldu.
Gazi, dersin sonunda kara tahtada, "Bütün arkadaşlar yazımızı iyi okuyup yazıyorlar." cümlesini yazdırdı.
Gazi yeni harflere ait dersin sonunda, hazır bulunanlara şu sözleri söyledi
" - Arkadaşlar, çok memnun oldum. Beş on gün zarfında diğer mesainiz olduğu halde harfleri iyi öğrenmişsiniz. Teşekkür ederim. İnşallah yakın zamanlarda resmî muameleye de yeni harflerle başlayacağız."
 
(Cumhuriyet : 17.9.1928, s.1, 2)

Mıntıka Palas'ta yeni Türk harfleri ile hâtıra kağıdına şu satırları yazdı:
Samsun
16 Eylül 1928
Saat sekizi çeyrek geçiyor. Yazı odasındayım. İsmet Paşa'yı beklerken bu satırları yazıyorum. Samsun'a üçüncü defadır geliyorum. İlk gelişim malûmdur. Tarihini gözümün önünde büro üstünde duran uzun cigara kutusunun kapağında okuyorum : "19 Mayıs 1335." Ondan sonra bir defa daha gelmiştim. Takriben dört sene evvel, bu gelişimin tarihini yukarıda tesbit ettim.
İsmet Paşa geldi, yazıyı bırakıyorum.
Gazi M. Kemal


SİVAS'TA YAZI DERSİ
Reisicumhur Hazretleri bu sabah saat 08.00'de Sivas Hükûmet Konağı önündeki alana geldi. Sivas Hükûmet alanını çevreleyen memurlar, öğretmenler, öğrenciler, askerler ve subaylar ile binlerce halkı başına toplayarak yeni harflerden imtihan ettikten sonra halk arasından yeni harfleri tanımayan bir kasaba ders verdi. On dakika içinde bu kasaba ismini yazmayı öğretti. Bunu gören halk da "Var ol Büyük Gazi!" diye tezahüratta bulundu ve şiddetle alkışlandı.

Sonra, Gazi, Belediye Reisi Hayri Bey'in sekiz yaşında ve Karahan adındaki oğluna imlâ yazdırdı. Çocuğun yanlışsız yazması ve düzgün okuması Gazi Hazretleri'ni memnun etti.

Tahrirat Müdürüne yeni harflerle şu cümleyi yazdırdı: "Memnuniyetle görülüyor ki, muhterem Sivaslılar Türkçe yazma ve okumayı güzelce öğreneceklerdir."

Gazi, Sivaslıların yeni harfleri öğrenme hususundaki gayretlerini takdir buyurduktan sonra saat 09:00 da halk, askerler ve öğrenciler tarafından hararetli bir tezahürat ile uğurlandı.
(Cumhuriyet: 21.9.1928, s. 1, 2)
 
KAYSERİ'DE YAZI DERSİ
Halk Fırkası binası önünde kadın erkek binlerce halk tarafından etrafı çevrili olduğu halde tahta başında Kayserilileri imtihan etti. İmtihan olanlardan çoğu yeni harfleri öğrenmeye başlayalı beş on gün olmuştu. Buna rağmen verdikleri cevaplarda başarılı oldular. Reisicumhur Hazretleri memnuniyetini ve teşekkürlerini söyledi ve bir aya kadar herkesin okuyup yapacaklarına itimadı olduğunu ekledi. Bu sırada tahtaya da şu cümleyi yazdırdı.

"Seyahatim esnasında her yerde bilhassa köylerde gördüğüm hayrete şayan misaller hepimiz için ümittir."

(Cumhuriyet : 21.9.1928, s. l)

TÜRKÇE ÖĞRETMENLERİNİN SAYGI TELGRAFI
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri'ne
İnkılâp Türkiye'sini kuran Büyük Dâhi'nin medeniyet ve kültürümüzün dönüm noktasını teşkil eden Harf ve Dil İnkılâbımızın bütün icaplarını mekteplerde tamamen tatbik edebilmek çarelerini aramak için bugün Ankara'da toplanan bütün memleket Türkçe muallimleri ilk vazife olarak kalblerinden gelen en derin tazimlerinin Büyük Kurtarıcı'ya iblâğı şerefini bendenize tevdi ettiler. En büyük tazimlerimizle arza müsaraat eylerim, Efendim Hazretleri.
2.8.1930
Maarif Vekili
Cemal Hüsnü
(Cumhuriyet : 3.8.1930, s.3)



TÜRKÇE ÖĞRETMENLERİNE TEŞEKKÜRÜ
Maarif Vekili Cemal Hüsnü Beyefendi'ye
C. Ankara'da toplanan Türkçe muallimlerimizin iblağ buyurulan hislerinden mütehassis oldum. Pek yüksek ve vatanî vazifelerinde muvaffakiyet temenni ederim, efendim.
3.8.1930
Reisicumhur
Gazi M. Kemal
(Cumhuriyet : 6.8.1930, s.3)

ANKARA DİL VE TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ KURULMASI EMRİ
Afet İnan anlatıyor:
"1935 yılının karlı bir kış gecesi (11 Mart 1935) Çankaya'da Atatürk'ün sofrasından erken saatlerde kalkılmış, yandaki aynalı salonda bir grup halinde konuşuluyordu. Maarif Vekili Abidin Özmen'e Atatürk birden bire şu emri vermişti : "Not defterinizi çıkartınız ve söyleceklerimi lütfen yazınız." Bu yazılar, Ankara'da bir "Tarih-Coğrafya Fakültesi"nin kurulması için Maarif Vekâletince yapılacak hazırlıklara ait idi. Bu konu epey zamandır Atatürk'ün muhitinde konuşuluyordu. Fakat görülüyordu ki, Atatürk kararını bu gece vermiş ve Maarif Vekili'ne bu notları yazdırmıştı. O gün, gündüz, otomobil gezintisinde Tarih Kurumu çalışmalarından bahsederken, bu hususî kurumdan gayrı, resmî bir müessesenin zarureti üzerinde durmuş olduğunu hatırladığım için, o geceki emir bana hiç âni bir karar gibi gelmemişti. Hattâ gündüz, "Tarih ve Dil Kurumlarını, Akademi yapabilmek için bir Fakülte mi kurmak, yoksa Avrupa ve Amerika'ya talebe mi göndermek daha faydalı olacaktır?" diye bir soru sorduğu zaman, Fakülte açmanın Ankara Üniversitesi'nin kurulmasına önderlik edeceğini, fakat talebelerin Garp memleketlerinde yetişmesinin de paralel yürütülmesi fikrini müdafaa etmiştim. "Cumhuriyet başkentinin her çeşit müesseseleri Ankara'da kurulmalı idi." Atatürk bunu istiyordu. "Bu ise, Tarih-Coğrafya tedrisatı ile başlamalı." dediği zaman, ben bir Edebiyat Fakültesi'nin kurulmasından bahsettim. Fakat Atatürk, Tarih ve Coğrafyanın, Fakülte ismi olarak alınmasında dikkati çekme bakımından faydalı telâkki ettiğini ve bu mevzuların bihassa önemini belirtmekte işe yarayacağını kabul ediyordu.


(Afet İnan : Atatürk Hakkında Hatıra ve Belgeler, 1959, s.219)
SİVAS LİSESİ'NDE GEOMETRİ DERSİ
Atatürk, Sivas Kongresi'nin toplandığı Sivas Lisesi'ne, Lise Müdürü ve Matematik öğretmeni Ömer Beygo ve Başyardımcısı Felsefe öğretmeni Faik Dranaz ve öteki ilgililerle Kongre salonuna geldiler. Burada önce, 4 Eylül 1919 da tarihî kongrenin toplandığı Kongre salonunu ve özel odasını gezdi ve o günkü dekoru aynen korunan bu oda ve salonda o güne ait hatıralarını anlattı. Sonra topluluk halinde Lisenin 9/A sınıfında programdaki Hendese (Geometri) dersine girdi. Bu derste bir kız öğrenciyi tahtaya kaldırdı. Öğrenci tahtada çizdiği koşut iki çizginin başka iki koşut çizginin kesişmesinden oluşan açıların Arapça adlarını söylemekte zorluk çekiyor ve yanlışlıklar yapıyordu. Bu durumdan etkilenen Atatürk, tepkisini, "Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle, öğrencilere bilgi verilemez. Dersler, Türkçe, yeni terimlerle anlatılmalıdır." dedi ve tebeşiri eline alıp, tahtada çizimlerle "zaviye"nin karşılığı olarak "açı", "dılı" nın karşılığı olarak "kenar", "müselles"in karşılığı olarak da "üçgen" gibi Türkçe yeni terimler kullanarak, bir takım Geometri konularını ve bu arada Pythagoras teoremini anlattı.
Atatürk, dilimize karşılığı "koşut" olan "muvazi" kelimesinin yerine kullandığı "paralel" teriminin kökenini açıklarken Orta Asya'daki Türklerin, kağnının iki tekerleğinin bir dingile bağlı olarak duruş biçimine "para" adını verdiklerini anlattı.
Atatürk, bu derste aynı zamanda ders kitaplarının birkaç ay içinde Türkçe terimlerle yazdırılıp bütün okullara ulaştırılmasını emir buyurdu.
(Önerkol: "Tarihsel Bir Anı", Bilim ve Teknik: Kasım 1981, Sayı: 180, s. 16.)



ATATÜRK GEOMETRİ KİTABI YAZDI:
A. Dilaçar Anlatıyor:
"Geometri kitabını Atatürk, ölümünden bir buçuk yıl kadar önce Üçüncü Türk dil Kurultayı (24-31 Ağustos 1936)'ından hemen sonra 1936-19137 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayı'nda kendi eliyle yazmıştır.
1936 Sonbaharında bir gün Atatürk beni, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman'ın yanına katarak Beyoğlu'ndaki Haşet Kitabevi'ne gönderip uygun gördüğümüz Fransızca Geometri kitaplarından bir tane aldırttı. Bunlar Atatürk'le birlikte gözden geçirildikten sonra, yazılacak Geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu eser üzerinde çalıştı. Geometri kitabı bu emeğin ürünüdür.
(Dilâçar, A. : "Geometri" kitabının "Önsöz"ü, Türk Dil Kurumu Yayını, 1981, s. V)
Atatürk'ün, 10 Ocak-9 Mart 1937 tarihleri arasında yazdığı bu eseri, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1937 yılında Devlet Basımevi'nde bastırılmıştır. "Geometri" adını taşıyan bu kitapta bu adın hemen altına şu kayıt düşülmüştür:
"Geometri öğretenlerle bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığı'nca neşredilmiştir". 

ARIKAN'IN GEOMETRİ KİTABI HAKKINDAKİ EMRİ
Kültür (Milli Eğitim) Bakanı Saffet Arıkan, 1937-1938 Öğretim Yılında ilkokulların dördüncü ve beşinci sınıflarında okutulacak Hendese (Geometri) ve Hesap (Matematik) kitapları hakkında 15 Ekim 1937 tarihinde şu yazılı emri verdi:
"Atatürk tarafından yazılan eser asıl olmak üzere, buna uyan herhangi kitaptan (Hesap+Hendese) okutulması."

15.X.1937
S. Arıkan



GEOMETRİ KİTABI HAKKINDA EMRİ:
Asım Us anlatıyor:
"Atatürk, (Elâziz) seyahati esnasında Sivas'a uğradı. Burada bir okulda (Sivas Lisesi) talebeyi imtihan ederken Hendese (Geometri) terimlerinin halâ eskisi gibi devam ettiğini görmüş. Resimler üzerinde gama, delta gibi harfler konulmuş. Bundan canı sıkılmış. Derhal, Atatürk'ün yanında bulunan Celal Bayar, Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'a yazdığı bir telgrafla bu kitapların okullardan kaldırılmasını bildirmiş. Meğer evvelce verilen bir karara göre kitapların eski tarzda basılmakla beraber yeni terimlerin de liste şeklinde kitaba eklenmesi gerekiyormuş. Devlet Basımevi bu eki yetiştiremediği için okullara gönderilememiş.
Başbakan Celal Bayar, Millî Eğitim Bakanına bu Hendese kitabının kaldırılmasını bildirince, Saffet Arıkan'ın cevabı şu oldu: "İlk irşadınıza bendeniz mazhar oldum."
(Us, Asım: Asım Us'un Hatıra Notları, 1966, s. 232, 234)


KÜLTÜR* BAKANI'NA EMİRLERİ

“ (1) Türk çocuğunun Umumi Eğitim Karakteri: 
(1) Türk çocuğunu kafasının fıtrî yaratılışında dikkat ve itina ile tekevvün ettirmek. Bu, Türk çocuğunun hayatiyle meşgul büyük bir Vekâlete teveccüh eder.
(2) Kültür Bakanlığı güzel muhafaza edilmiş olan bu Türk çocuğu kafalarını ve zekalarını açmak, yaymak, genişletmek, soma bu müstait Türk çocuğu kafalarına müspet ilim ve maddi teknik mefhumlarını, yalnız nazarî olarak değil, pratik vasıtalarla yerleştirmek.
(3) İşte bu mesai arasında Türk çocuğunun kafalarındaki temerküzleri, karakterlerindeki sağlamlıkları, duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, onurları, olduğu gibi, natürel bir şekle alıştırmak. İşte bu sayede şu olacaktır ki, Türk çocuğu konuşurken onun beyanı, onun beyanındaki üslubu kendisini dinleyenleri ve dinleyeceklerin hepsini peşine katarak yüksek Türk ülküsüne ulaştıracaktır.

(2) Dil Bilgisi:
(1) Böyle bir ders, genel, ulusal ve dünyasal bir ders olacak.
(2) Bu dersin programım ve verilecek dersleri, isimleri geçen daireler daha evvel Atatürk'le görüşüp tespit edeceklerdir.
(3) Bunda kasıt : İlk mektep çocuklarından başlayarak ileri sınıflara gidecek çocuklara öğretilecek bilgilerde kullanılacak sözlerin Türk asıllarını ve Türkçe asıllardan türer olduklarını daha evvelden öğretmektir.

(3) Edebiyat Bilgisi:
Edebiyatta bir amaca varmak için Kültür Bakanlığı teşkilâtına teveccüh eden vazifede dikkate alınacak noktalan kaydetmeği muvafık buluruz.
Edebiyat,
Türk çocuğuna dünyayı, insanlığı anlatmak,
Ona tahlil ve terkip kabiliyeti vermek,
Türk çocuğunu bir üslûba malik etmek,
Onu başlı başına yardmsız çalışabilir hale koymak,
Çocuğa bütün bu vasıf ve kabiliyetleri vererek onu, mensup olduğu sosyeteyi yükseltmek içindir.

(4) Tarih Bilgisi:
Bütün bu mesaide hususi ve umumi tarih : Tarihte en ileri gitmişlerin, yani devletçilikte, askerlikte, bütün ilim ve fen teknik branşlarında, ekonominin bütün safhalarında, tetkik ve imtisale en çok yarayan eserleri ve müessirleri tanıtarak, tedrisi sistematik bir şekle koymak.

(5) (Avrupa’da Tahsil Edenler):
Avrupa'da fen ve doktorluk tahsil edenlerden maadası, memlekete avdet edecekler, intisap ettikleri branşı Türkiye'de ikmal edeceklerdir.”
(Ankara : 1937)
(Arıkan, Baha : “Ata'nın Emirleri”, Cumhuriyet : 27.11.1968, s.1)


 
EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
Edebiyat nedir? Edebiyatın gayesi ne olmalıdır?
"Atatürk'ün bir akşam toplantısında söz, edebiyat üzerine açılmıştı (1937), konuşma şu sorularla başladı.
"Edebiyat nedir? Osmanlı devrinde ve bugüne kadar Cumhuriyet rejiminde edebiyat medlulünden ne anlaşılıyor? Mekteplerde edebiyat nasıl okutuluyor? Cumhuriyet çocuklarına edebiyat ne yolda, hangi gaye ile tedris olunmalıdır?"
Hazır bulunanlardan biri, bugünkü edebiyat tedris sistemine karşıydı. Bugünün programını edebiyattan beklenen hizmete uygun bulmuyordu; ona göre bugünkü edebiyat tedrisatı, fikre ve ruha hitab etmeyen bir şekilde yapılmaktadır; halbuki edebiyatın rolü bu değildir; onun daha geniş ve şamil bir hizmet sahası vardır.
Atatürk, bunun üzerine o arkadaşına, edebiyatın nasıl okutulması ve ne suretle programlaştırılmasının muvafık olacağını sordu. Bu arkadaşının cevabı, kara tahta üstüne, şu suretle tesbit edilmiştir;
1. Ona, tahlil ve terkip kabiliyeti vermek;
2. Ona, dünyayı ve insanlığı anlatmak;
3. Onu, bir üslûba malik kılmak;
4. Onu, başlı başına ve yardımsız çalışabilir hale koymak;
5. Onu, bütün bu vasıf ve kıymetleriyle, mensup olduğu sosyeteyi yükseltebilecek surette yetiştirmek.
Bütün bu mesaide, hususi ve umumi, tarih ve bu tarihten en ileri gitmişlerin,yani devletçilikte, askerlikte, bütün ilim ve fen teknik branşlarında, ekonominin bütün sahalarında tetkik ve imtisale en çok şayan eserleri ve müessirleri tanıtmak tedris sisteminin temel taşları olmalıdır. Bundan sonra Atatürk, edebiyatla alâka ve iştigâlini bildiği, diğer bir arkadaşına şu soruyu sordu:
"- Osmanlı devrinde ve Cumhuriyet rejimine kadar olan zamanlarda, edebiyattan ne anlaşılırdı? O devrin mekteplerinde edebiyat nasıl okutulurdu? Nihayet bugün, edebiyat tedrisatı ne suretle yapılmaktadır?"
Atatürk'ün bu sorusuna cevap veren arkadaş, tedris hayatından çekileli çok seneler olduğu ve bugünkü edebiyat tedris programlarını bilmediği için, şimdiki tedris sistemine dair bir şey söyleyemeyeceğini, Osmanlı devrinde Tanzimattan evvel ve onu müteakip zamanların, edebiyat telâkkileri ve tedrisleri hakkındaki malûmatını ve edebiyatın lâfız ve mâna sanatlarından bahseden bir ilim olarak okutturula geldiğini ve herhalde kara tahtaya yazılan gayelere göre bir edebiyat dersi okumadığını bildirdi.
Bunun üzerine, Atatürk, şunları dikte ettirdi:
"- Osmanlı devrinde ve bugüne kadar geçen Cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta bütün kültürlü medeni cemiyetlerde edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır:
Söz ve mânayı, yani insan dimağında yer eden, her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları, çok alâkalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki, edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayılagelmektedir.
Beşeriyette en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan, hayatla ve kanla karşılaşmak kendileri için mukadder olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu içtimai heyete anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve nihayet fedakâr ve kahraman yapıcı, vasıtayı edebiyatta bulur.
Bu itibarla, edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbâlini koruyan ve koruyacak olan, her teşekkül için, en esaslı terbiye vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır.
Bunun içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı (Milli Eğitim Bakanlığı isin o zaman kullanılan ad), edebiyat tedrisinde şu noktalara, bilhassa ehemmiyet ve kıymet vermelidir:

a)
Türk çocuğunun kafasını, fıtrî yaratılışındaki dikkat ve itinaya göre tekevvün ettirmek. Bu, Cumhuriyetin sıhhî düzeni ile alakadar olan Vekalete de teveccüh eden bir vazifedir.

b)
Güzel muhafaza edilen, Türk kafa ve zekalarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu, bilhassa Kültür Bakanlığı'nın vazifesidir. Bununla birlikte olarak, müstait Türk çocuk kafalarına müspet ilim ve maddi teknik mefhumlarını, yalnız nazari olarak değil, aynı zamanda pratik vasıtalar ile de yerleştirmek.

c)
Bir taraftan da, Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakter(ler)indeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendilerini hiç zorlamadan, natürel bir tarzda ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak.
Bunlar yapılınca, netice şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlayış tarzı, Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslûbu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek bu kabiliyeti sayesinde, Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir.
Bu edebiyat telâkkisi, böyle bir edebiyat tedrisi sayesindedir ki, edebiyat medlûlünden anlaşılan gayeye varmak mümkün olabilir."
(Ankara: 1937)
(Afetinan : Atatürk Hakkında Hatıra ve Belgeler, 1959, s.171-273)




(*Milli Eğitim Bakanlığı'na bu tarihlerde verilen ad)
 
 
  Bugün 26 ziyaretçi (30 klik) kişi burdaydı!  
 
Diziizle
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol