gülümsemek hayata tutunmaktır...
  Türkçe Hakkında
 
Türkçe'nin Genel Özellikleri
TÜRK DİLİNİN AİT OLDUĞU DİL AİLESİ, GENEL ÖZELLİKLERİ

Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecedir. Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup olmadığı konusu tartışılmaktadır.

Türkçe, diğer Altay dilleri gibi eklemeli, yani sözcüklerin eklerle yapıldığı ve çekildiği, sondan eklemeli bir dildir.

Türkçe sözcüklerde, Arapça, Almanca vb. dillerde görülen erillik, dişillik (yani cinsiyet ayrımı) özelliği yoktur.

Türkçede sayı sıfatlarından sonra gelen adlar çoğul eki almazlar. Yani üç ağaçlar değil üç ağaç.

Önlük-artlık (kalınlık-incelik) ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. İlk uyuma göre bir sözcükteki ünlüler ya hep art veya ön, ikinci uyuma göre de ya hep düz veya yuvarlak olurlar.

f, j ve h ünsüzleri Türkçe kökenli sözcüklerde bulunmazlar. (Bir kaç Türkçe sözcükte başka seslerden değişmiş olarak f görülebilir:

öfke < öpke, ufak < ubak
vb.)

Türkçe sözcüklerde söz başında bulunabilen ünsüz sayısı sınırlıdır:

b, ç
, d, g, k, s, t, v, y.

c ünsüzü, söz başında başka ünsüzlerden değişmiş olarak bir kaç sözcükte bulunur: cibinlik < çıpın vb.

n ünsüzü Türkçe kökenli sözcükler içinde yalnız ne ve türevlerinde bulunur: ne, neden, niçin, nasıl vb.

p ünsüzü de söz başında, bir kaç Türkçe sözcükte b'den değişmiş olarak bulunur: piş- < biş-, parmak < barmak vb.

TÜRK DİLİNİN GELİŞMESİNDE LEHÇE VE AĞIZLAR

Lehçe:
Dillerin doğuş ve dallanması bölümünde açıklandığı üzere, yaşayan dünya dilleri belirli sayıdaki eski ana dillerin uzun bir tarihî seyir içinde dallanmalarından oluşmuştur. Ayrı diller ve akraba diller arasındaki bu dallanma yanında, ayni dil içinde de birtakım dallanmalar meydana gelebilmektedir. Bir dilin kendi içinde alt kollara ayrılması, o dilin lehçelerini oluşturur. Bu itibarla lehçeler, coğrafî ve sosyal ayrılıklar dolayısıyla, bir dilin ses yapısı, şekil yapısı ve söz varlığı bakımından, zamanla birbirinden az çok ayrılmış olan dallarına verilen addır. Çok geniş bir coğrafi alana yayılmış olan Türkçe, lehçe dallanmasının belirgin örneklerini verebilmektedir. Türkiye Türkçesi, Kazak, Kırgız, Özbek ve Altay Türkçeleri, Türkçenin ayrı alanlarda gelişmiş olan lehçeleridir. Türk dili lehçe sınıflamasında:
l. Oğuz Türkmen grubu veya Güney - Batı Türkçesi, 2. Kıpçak grubu veya Kuzey - Batı Türkçesi ve 3. Doğu Türkçesi veya Kuzey - Doğu Türkçesi şeklinde üç ana grup oluşturduğu için, her bir grup içinde yer alan lehçeler birbirlerinin çok yakın dallarıdır. Örnek olarak Oğuz - Türkmen grubu içindeki Türkiye Türkçesi ile Azeri Türkçesi ve Orta Asya Türkmencesi gösterilebilir. Türkiye Türkçesindeki kara, kalmak, koşmak, kelimelerinin Azericede gam, galmag, goşmak şekillerinde; diğer bazı ortak kelimelerin heç, dodak, ovşan "tavşan"ovuç, gözel, oyanmak, il "yıl", ıldırım "yıldırım", yazaram, "yazarım", bilmerem "bilmem" şekillerinde söyleniş ve yazılışı; Orta Asya Türkmencesinde alıyorum, geliyorum yerine alyarın, gelyerin gibi şekillerin geçmesi, lehçeler arasındaki bu yakınlıkla ilgilidir.
Kıpçak grubu içinde yer alan Kazak, Kırgız, Başkurt, Karayım lehçeleri de birbirlerinin yakın lehçe dalları oldukları halde, Türkiye Türkçesi ile Kırgızca arasındaki ayrılıklar, oldukça yoğun sayılır. Bu nedenle, bu iki lehçe Türkçenin birbirine nispeten uzak dalları durumundadır. Örnek olarak Türkiye Türkçesindeki dağ yerine Kırgızcada to deve yerine tö, yukarı yerine cogoru ve aynı şekilde korkma! l korkpa!, harbe l soguşka, gayretli l kayrattu, terbiye ediyor / tarbiyatlayt < tarbiyala -y-u-tur-ur, rastlanır / uçurayt; taydan at kardan su olur l taydan at bolat kardan su bolat gibi ses veya şekil yapıları epey değişmiş kelime ve şekillerin bulunması gösterilebilir. Ancak, aradaki bu ayrılıklara rağmen, bu lehçelere ait bazı özelliklerin bilinmesi, anlaşmayı kolaylaştırmaktadır.
Bir de bir dilin kendisinden metinler ile izlenemeyen çok eski devirlerinde ayrılmış olan kolları vardır ki, bunlara o dilin uzak lehçeleri adını veriyoruz. Bu lehçelerde ses ve şekil bilgisi ile söz varlığı bakımından genel dile oranla büyük ve derin ayrılıklar göze çarpar. Ural dağlarının batısında konuşulan Çuvaşça ile Sibirya'da konuşulan Yakutça, Türkçenin uzak lehçeleri durumundadır. Nitekim, Türkiye Türkçesindeki taş Yakutçada tas, Çuvaşçada çul; yıl Yakutçada sıl Çuvaşçada sul; yedi kelimesi sette ve siççe; gök kelimesi küöh ve kavak; dört kelimesi tüört, tauatta; yürek / sürek, çere şekillerine girmiştir. Yine Türkiye Türkçesindeki bağır Çuvaşçada pever; yaya l suran şekillerindedir.
Eldeki metinlere göre, Türkçede bazı lehçe ayrılıklarının varlığı Eski Türkçe devrinden beri tespit edilebilmektedir. Kaşgarlı Mahmud da XI. yüzyıl Orta Asya Türk dünyasındaki lehçe ayrılıklarını örneklerle ortaya koymuştur.

Ağız:
Bir dil veya lehçenin daha az konuşma ayrılıkları gösteren ve bölgeden bölgeye veya şehirden şehre değişebilen küçük kollarına ağız adı verilir. Lehçeler bir dile oranla o dilin dalları, ağızlar ise budakları niteliğindedir. Dolayısıyla ağızlar lehçelerin konuşma diline dayanan kolcuklarıdır. Türkiye Türkçesinin Manisa ağzı, Muğla ağzı, Kastamonu ağzı, Nevşehir ağzı, Kars ağızları gibi. Ağızın lehçeye oranla özelliği şöyle bir örnekle açıklanabilir: Türkiye Türkçesinde şimdiki zaman eki, eski bir yorumak yardımcı fiilinin geniş zaman çekiminin kaynaşmasından oluşmuş bulunan - yor'dur (kel-e-yoru-r > gel-i -yor). Fakat bu ek, Anadolu ağızlarında bölgeden bölgeye farklı söyleyiş biçimlerine girmiştir. Geliyorum kelimesinin çeşitli ağızlarla geliyorurun, geliyörürün (Ürgüp – Salur vb), geliyon, geliyem, geliyorun, gibi şekiller alması bu ağız ayrılıklarının sonucudur. Hatta Muğla'nın bazı ağızlarında şimdiki zaman kipi yatmak yardımcı fiili ile kurularak geliyatınn (gel-i yat-ır-m) "geliyorum" şeklinde daha farklı bir özellik de gösterir.
baba kelimesinin Batı Anadolu'nun bir kısım ağızlarında buba, bube; ağaç kelimesinin ağeç ayeç şekillerinde söylenişi de yine ağız ayrılıklarından ileri geçmeyen farklılıklardır.
Konuşma dili yazı dili:
Bir dili konuşma dili ve yazı dili diye ikiye ayırırız. Konuşma dili, günlük hayatımızda konuşurken kullandığımız dildir. Her bölgede biribirinden farklı telaffuzlara ve bazı kelime ayrılıklarına dayanan ağızlar bulunduğuna göre, konuşma dili, her bölgenin az çok kendi ağız yapısına dayanan günlük doğal dilidir. Niğde halkı Niğde ağzı, Trabzon halkı Trabzon ağzı, Maraş halkı da Maraş ağzı ile konuşur.
Yazı dili; eserlerde, kitaplarda, dergilerde ve tümüyle yazıda kullanılan dildir. Bir dilin yazısı, o dilin lehçe veya ağızlarından birine göre yazılır ve bu yazılış, standart yazı dilini oluşturur. Yazı dili olma niteliğini taşıyan ağız, bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerinin ağzıdır ve konuşma dillerinin en gelişmişidir. Türkiye Türkçesinin yazı dili genellikle İstanbul ağzına dayanır. Bir ülkede çeşitli konuşma dilleri ve ağızlar bulunduğu halde bir tek yazı dili bulunur. Yazı dili muhafazakardır. Normal şartlar altında özelliklerini kolay kolay kaybetmez. Ayrıca, lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını da önler. Gereğinde, hepsinin zenginliklerinden yararlanır ve onları ortak bir kaynaktan zenginleştirerek birbirine yaklaştırır. Aydın kesimlerin kendi bölge ağızları ile değil, yazı dili temelindeki standart Türkçe ile konuşmaları, yazı dilinin bu birleştirici ve ağız ayrılıklarını silici işlevinden kaynaklanmaktadır.
Bir milletin bütün fertleri okuyup yazmada ortak bir dil kullanırlar. Yazı dili bir medeniyet dilidir. Ancak kültürleri, medeniyetleri ve edebiyatları olan milletlerin yazı dilleri olmuştur. Yazı dili ilim adamlarının, şair ve yazarların ve aydınların katkıları ile gelişir. Toplumun ortak malı olduğundan, aynı zamanda sosyal birliğin ve kaynaşmanın da çimentosudur.
Yazı dili bir kültür dili, bir edebiyat dili ve devletin resmi yazışmalar dili olduğu için devlet dili, kültür dili veya edebî dil gibi adlarla da adlandırılır.

TÜRK DİLİNİN TARİHÎ DÖNEMLERİ
Bundan önceki bölümde, Türkçenin kökenini, doğuşunu. dünya dilleri arasındaki yerini ve Altay Dil Ailesi içindeki durumunu belirtirken işaret edildiği üzere, dilimizin Milattan birkaç bin yıl öncesinde Ana Altaycaya veya Altay dil birliğine kadar uzanan bir tarihi vardır. Ancak, bu tarihin M.S. V. Yüzyıllardan önceki devrelerine ait bilgilerimiz belgelere dayanmaz. Çeşitli karşılaştırmalarla elde edilen teorik bilgilerden ibarettir. Bunlarda da farklılıklar vardır. Şu veya bu görüş kesindir diyemiyoruz. Yalnız, ileri sürülen görüşlerin ortak noktalarını ve genellikle benimsenmiş olan N. POPPE'nin görüşünü dikkate alarak, Türkçenin ana kaynağından bu günkü yazı dillerine ve lehçelerine kadar uzanan gelişme devrelerim kabataslak şöyle bir sıralamaya sokabiliriz:
1. Altay dil birliği devresi
2. Türk - Çuvaş - Moğol - Tunguz dil birliği devresi.
Bu devreyi J. C. Street gibi, Batı Ana Altay ve Doğu Ana Altay olmak üzere iki gruba ayıran bilginler de vardır. Bu sınıflamaya göre, Batı Ana Altayca yalnız Türk dilini ve Çuvaşça'yı, Doğu Ana Altayca ise öteki Altay dillerini içine almaktadır.
3. Çuvaş - Türk dil birliği (ön Türkçe veya İlk Türkçe: Vortürkisch, Pre - Turkic) dönemi,
4. Ana Türkçe (proto - Turkic) dönemi,
5. Eski Türkçe dönemi,
6. Orta Türkçe dönemi,
7. Yeni Türkçe dönemi ve Türkçenin çeşitli kolları.
Türk dilinin Altay dil birliği ve Türk - Çuvaş - Moğol dil birliği dönemine ait bilgilerimiz sadece dil karşılaştırmalarından ve bazı arkeoloji verilerinden elde edilen teorik bilgi ve sonuçlara dayandığı gibi, ilk Türkçe (vortürkisch, pre- Turkic) devresine ait bilgilerimiz de kesin değildir. Metin dışı sınırlı ve münferit bilgiler halindedir. Bunun başlıca sebebi, Türklerin anavatanı sayılan Altay-Ural dağları arasındaki bölgelerin, durmadan göç eden çeşitli Doğu Asya kavimlerinin akın, mücadele ve konaklama yerleri oluşudur.
Bilindiği üzere, Türk tarihi Hunlar ile başlar. Hunların ilk temas ve çatışmaları Orta Asya'nın doğusundaki Altay kavimleri ve Çinliler iledir. Bu bakımdan, Türklerle ilgili ilk kayıtlara Çin kaynaklarında rastlanıyor. Ancak, bu kayıtlar gerilere doğru gittikçe belirsizleşmekte ve Milattan çok eski yüzyıllara kadar uzanmaktadır. Hun tarihine ait bugünkü bilgilerimiz, ancak M. Ö. III. yüzyıldan başlayarak gün ışığına çıkmakta ve belgelerle izlenebilmektedir.
Gittikçe büyüyen ve bir imparatorluk halini alan Hun Türkleri'nin, daha sonra batıya yöneldiklerini. Hazar Denizi ve Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a geçerek M.S. IV ve V. yüzyıllarda Atlas Okyanusu'na kadar uzandıklarını biliyoruz. Son araştırmalar Hunların dünya tarihindeki rolleri yanında kültür tarihindeki yapıcı etkilerini de ortaya çıkarmaya başlamıştır.
Hunların Orta-Asya ve Avrupa tarihindeki büyük rollerine rağmen, elimizde Türkçenin Hun devrine ait bilgiler yoktur. Bütün bildiklerimiz Çin kaynaklarında yer alan bazı kelime, isim ve unvanlardan ibarettir.
Orta Asya tarihinden Doğu Avrupa'ya uzanan kavimler göçü tarihinde Hunlardan sonraki sırayı Oğurlar ve Avarlar almıştır. Ta Balkanlar'a kadar uzanan Avar göç dalgaları da varlığını VI. yüzyıldan başlayarak birkaç yüzyıl devam ettirmiştir. Avarların arkasından Bulgarlar ve Hazarlar tarih sahnesine çıkmışlardır. Arkasından da Peçenek ve Uzlar gelmişlerdir. Böylece, VI. yüzyıldan XI - XII. yüzyıllara kadar bu çeşitli göç dalgaları devam etmiş ve bu dalgalanma yeni tabakalaşmalar ile XV. yüzyıla kadar süregelmiştir.
X. yüzyılda başlayıp XI ve XIII. yüzyıllarda yoğunlaşarak ve Hazar Denizi'nin güneyinden geçerek batıya uzanan göçler ayrı bir kol oluşturmuş ve Türk dilinin güney-batı kolunu meydana getirmiştir.
Türklerin ilk göç dalgalarına katılmayıp Orta Asya'da kalan kolları ise, V. yüzyıldan bu yana tarih sahnesine çıkarak, aynı bölgede veya ayrı ayrı bölgelerde, birbirinin devamı niteliğinde Türk devletlerini kurmuşlardır. VI. yüzyılda, Köktürk Devleti'nin kuruluşundan başlayarak artık Türk dilinin tarihî gelişme dönemlerini, metinler ile ve düzenli olarak izleyebilmekteyiz.
Altay dil ailesi ve Türk dili tarihinde yapılan karşılaştırmalı araştırma sonuçlarına göre. Türkçenin M.Ö. V. yüzyılda yani Hun Türkçesi devrinde, Altay dil birliğinden koparak müstakil bir dil haline geldiği tahmin edilmektedir. M.Ö. V. yüzyıldan başlayarak Milat yıllarına kadar olan ve geçmişte Ana Çuvaşça ile Ana Türkçeyi birleştiren Çuvaş-Türk dil birliği dönemi Ön-Türkçe veya İlk- Türkçe (Vortürkisch, Pre-Turkic) diye adlandırılmaktadır. Türkçenin Milat yıllarından VI. yüzyıla kadar uzanan dönemi ise Ana Türkçe (Proto-Turkic adını almaktadır. Bugünkü Çuvaşçanın atası olan Bulgar Türkçesinin, Türkçeden, ilk Türkçenin sonunda ve Milat yıllarında; Yakutçanın da Ana Türkçe döneminde ayrıldığı tahmin ediliyor. Bugün Çuvaş ve Yakut Türkçeleri ile Genel Türkçe arasında görülen büyük çaptaki ayrılıklar, bunların Türkçeden çok erken bir devirde ayrılmış olmaları ile açıklanmaktadır. Elimizde ilk ve Ana Türkçe döneminden kalma metinler yoktur. Yalnız, son yıllarda bazı bilginlerin dikkati Kazakistan'da yapılan arkeoloji kazıları sırasında Eşik kurganından elde edilen iki satırlık bir metne yönelmiştir. Şekilce Köktürk yazısına benzeyen bu metin üzerinde Kazak bilginlerince Türkçe okuma denemeleri yapılmıştır. Bu metnin Türkçe olduğu kesinlikle tespit edildiği takdirde, Türkçeye ait ilk metinler, M.Ö. III - V. yüzyıllara kadar götürülebilecek demektir.
Türkçenin Miladi VI. yüzyıldan sonraki gelişme ve dallanmalarını çeşitli kaynaklardan elde edilen bilgiler ve metinlerle izleyebilmekteyiz. Ana Türkçeden sonraki zaman sürecine giren değişme ve gelişmelerle bugün Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi adları altında iki ana grupta toplanan ve Batı Türkçesi de kendi içinde Kuzey-Batı (veya Kuzey) ve Güney-Batı (veya Batı) Türkçeleri olarak iki kola ayrılan Türkçenin miladi VI. yüzyıldan sonraki tarihî dönemlerini şöylece sınıflandırabiliriz:

ESKİ TÜRKÇE:
Bilim dilinde Eski Türkçe terimi, Türkçenin İslamlık öncesi dönemi ile ilk İslam dönemine verilen addır. Zaman olarak VI - XIII. yüzyıllar arasını kaplar. Köktürk Devleti'nin kuruluşu ile başlar (M.S. 552). Köktürk, Uygur ve Karahanlı Türkçelerini içine alır. Bunları zaman ve bölge itibariyle:
a. Köktürk dönemi (VI - VIII. yüzyıllar)
b. Uygur dönemi (VIII - XIII. yüzyıllar)
c. Karahanlı dönemi (X - XIII. yüzyıllar) olmak üzere üçe ayırabiliriz.
Eski Türkçe dönemi, artık Ana Türkçe (proto-Türkçe) döneminde olduğu gibi, yalnız belli isim ve ünvanlar ile sınırlı bir dönem değildir. Düzenli ve bol metinleri bulunan bir dönemdir.
Köktürk döneminden kalan başlıca eserler Orhun bengü taşları ile Yenisey ve Talaş yazıtlarıdır. Orhun Abideleri veya Köktürk Yazıtları adıyla anılan bengü taşlar, bugünkü Moğolistan'ın Baykal gölü güneyinde Orhun İrmağı kıyısında dikilmiş olan üç büyük taş yazıttan oluşmaktadır. Bunlar, M.S. 731 yılında ölen Kol - Tigin adına büyük kardeşi ve Köktürk kağanı Bilge Kağan tarafından 732 tarihinde diktirilen Kol - Tigin Yazıtı ile. M.S. 734 tarihinde ölen Bilge Kağan adına 735 tarihinde diktirilen Bilge Kağan Yazıtı ve M.S. 724-726 yılları arasında dikildiği tahmin edilen Tonyukuk Yazıtıdır.
Bugün Moğolistan'da bulunan; Türk tarihinin, Türk dilinin, Türk edebiyatının ve bütünüyle Türk kültür tarihinin ilk yazılı metinlerini oluşturan bu yazıtlar, Türklerin kendi icadı olan Köktürk yazısı ile yazılmıştır.
Türklerin Çin tutsaklığından nasıl kurtulduğunu, İlterîş Kağan'ın bütün Türkleri derleyip toparlayarak nasıl özgür bir devlet haline getirdiğini, Türk devlet adamlarının bu uğurda harcadıkları emekleri, Türk halkının kendi benliğini ve özgürlüğünü koruyabilmesi için neler yapması gerektiğini, millete seslenerek veciz ve etkili bir dille anlatan bu yazıtlar, aynı zamanda Türk hatıra edebiyatının ve hitabet san'atının da ilk mükemmel örnekleridir. Köktürk Yazıtlarında, dil ve üslup bakımından gelişmiş edebî bir dilin varlığına tanık olunmaktadır. Fevkalade heyecanlı destanî bir anlatım tarzı hakimdir.
Köktürk Yazıtlarının bulunması ve 1893 yılında Danimarkalı Bilgin V. Thomsen tarafından yazısının çözülerek okunması, Türk dili araştırmaları için yeni bir ufuk açmıştır.
Yenisey Yazıtları, pek çok küçük mezar taşlarından oluşmaktadır. Tarihleri yoktur. V. yüzyıla ve Kırgızlara ait oldukları sanılmaktadır.
Eski Türkçenin Uygur döneminden kalma eserler, taş ve kağıt üzerine yazılmış çeşitli metinler ile, kütük basması denilen tahta harflerle basılmış eserlerdir. M.S. 745 yılında Moğolistan'da Köktürk Devleti'ni yıkarak bağımsız bir devlet kuran Uygurlar, bu bölgede iken aynı geleneğe uyarak yeni taş yazıtlar dikmişlerdir.
840 - 870 tarihleri arasında Doğu Türkistan'da Tarım havzasına yerleştikten sonra Mani ve Buda dinlerine ait binlerce sayfalık telif ve tercüme eserler meydana getirmişlerdir. 1901 - 1914 yılları arasında Doğu Türkistan'da yapılan 4 ayrı kazıdan Uygur dönemine ait yüzlerce sandık eser elde edilmiştir. Eserlerin çoğu dinî niteliktedir. İçlerinde şiir, tıp, astronomi, falcılık, vakıf vb.. konular ile ilgili olanlar da vardır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
a. Altun Yaruk (Altın Işık)
Budizmin mukaddes kitabıdır. Burkancılığın inanç ve felsefesini, din adamlarının menkıbeleriyle süsleyerek anlatan 700 sayfalık büyük bir eserdir.
b. Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın)
Budizmin inanç ve felsefesini anlatan önemli bir eserdir.

c. Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade):
İki kardeş arasında geçen Burkan dinine ait bir menkıbenin hikayesidir.
d. Irk Bitig (Fal Kitabı): Mani dinine ait Köktürk harfleri ile yazılmış bir fal kitabıdır.
e. Ayrıca bilim adamlarınca Türk Turfan Metinleri; üigurica, Manichaica adları altında Budizme ve Manihaizme ait birçok metni içine alan seri halinde yayınlar yapılmıştır. Uygurca eserlerin bir kısmı Run yazısı, bir kısmı da Soğutlardan alınan Uygur yazısı veya Mani ve Brahmi yazıları ile yazılmıştır.
Eski Türkçenin Karahanlı döneminden kalma üç büyük eser vardır. Bunlar
a- Kutadgu Bilig
b - Dîvanü Lügati't-Türk ve
c - Atabetü'l-Hakayık adlı eserlerdir.
"Mes'ut olma bilgisi" anlamına gelen ve siyasetname niteliğinde bir eser olan Kutadgu Bilig, 1069 - 1070 yılında Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından yazılmış 6645 beyitlik manzum bir eserdir. Bu eserde şair, "adalet", "devlet", "akıl" ve "kanaat" ı temsil eden dört sembolik şahsı biribirleri ile konuşturarak insan hayatinin toplum içindeki anlamını tahlile çalışmıştır. Birbirleri ile çok yakından ilişkili bulunan kişi, toplum ve devlet hayatının ideal ölçülerle düzenlenebilmesi için gerekli şartları göstermiş; hükümdar, vezir, komutan vb. devlet adamlarının taşıması gereken ideal özellikleri belirtmiştir. Şiir düzeyi yüksek bir eserdir.
1077 yılında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmış olan Dîvanü Lügati't-Türk, büyük çapta ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü anlatmak için kaleme alınmıştır.Türkçe kelimelerin karşılıklarını Arapça olarak veren ve Arap grameri temelinde düzenlenen eserde, o günkü Türk dünyasına ait pek çok bilgi vardır. Gramer ve kelime açıklamaları, cümleler, ata sözleri ve şiirler ile beslenmiştir. Yer yer Türk dilinin grameri ile ilgili önemli kurallar verilmiştir. Verilen kelimeler, çok defa o zamanın Türk illerinde kullanılan mukabilleri ile de karşılaştırılmıştır.
Eser bütünü ile, yalnız XI. yüzyıl Türk dilinin değil o yüzyıl Türk dünyasının ve kültürünün de zengin bir kaynağı durumundadır.
Yüknekli Edip Ahmed tarafından XII. yazıldığı tahmin edilen Atabetü'l - Hakayık ise, dînî ve tasavvufî konuları işleyen manzum bir eserdir.
Karahanlı devri eserleri Uygur ve Arap harfli Türk yazıları ile yazılmıştır.
Köktürk, Uygur ve Karahanlı devirlerinden kalma eserler, genellikle aynı dil yapısındadır. Aralarındaki farklar ufak tefek, bazı ayrılıklardan ibarettir. Uygur Türkçesinde Budizm ve Manihaizme ait kelime ve terimler vardır. İlk İslam devri Türkçesini temsil eden Karahanlı Türkçesi ise Uygur Türkçesinin İslami şekildeki bir devamıdır.
Eski Türkçenin bugünkü Türkiye Türkçesinden ayrılan başlıca özellikleri şunlardır:
1. Bugün g- ile başlayan bütün kelimeler k- iledir: gelmek l kelmek, girmek l kirmek, göz l köz, gök l kök, gün l kün vb.
2. Kelime başında d- yoktur. Bugün d- ile başlayan bütün kelimeler t- iledir. dağ / tag, deniz l teniz, diş / tıs, dokuz l tokuz vb.
3. Kelime başındaki b- ler bazan benzeşme (assimilation) olayı ile m-'ye dönüşmüştür ben l men, bengü l mengü, bin / min gibi.
4. Bizdeki kelime başı, kelime ortası ve kelime sonu v'leri Eski Türkçenin Köktürk kolunda b ile karşılanır : av/ab, ev/eb, savaş/sabaş, var/bar, vermek/ birmek, sevinmek / sebinmek vb.
5. Bizde +ı / +i eki ile karşılanan ve isimlere gelen yükleme hali eki orada +ıg/+ig, biçimindedir: evi/ebig, evig, dağı/tagig, yağıyı 'düşmanı '/yagıg vb. 6. Bugün +a / +e ekleri ile karşılanan yönelme hali (dativus) eki, +ga / +ge (+ka / +ke) ile karşılanır: doğa / tagka, taşa l taşka, eue l evge vb.
7. Bugün -an / -en eki ile karşılanan sıfat-fiil eki orada -gön / -gen (-kan / -ken) biçimindedir: açan / açkan, alan / algan, veren / birgen, gören l körgen, duran / turgan vb.
8. Bizdeki "ile" edatının yerinde +n vasıta hali (instrumentalis) eki vardır. saç ile / saçın, ev île / ebin, okla / okun, gözle / közün vb. 9. Bizdeki "gibi", "kadar" "göre" edatlarının yerinde +ça / +çe eşitlik hali (equativus) eki kullanılmaktadır: Subça 'su gibi', tağca,’dağ kadar; törüsinçe 'töresine göre' vb.
10. Görülen geçmiş zaman kipi dışında, fiil çekimindeki şahıs ekleri yerine, onların daha ekleşmemiş olan zamir şekilleri kullanılır: alırım / alurmen, gelirsin / kelürsen, görürüz / körürbiz, tutarsınız / tutarsız vb.
11. Gelecek zaman için -acak / -ecek eki yerine -taçı / -teçi (-daçı / -deçi). -gay l -gey ekleri kullanılır : geleceğim l kelteçimen, öleceksin l ölteçisen, varacağız / bargaybiz, bileceksiniz l bilgeysiz, görecekler l körgeyler vb.

ORTA TÜRKÇE:
Orta Türkçe dönemi, Türk yazı dilinin Eski Türkçeden yeni yazı dillerine geçiş döneminde, bu iki devreyi birbirine bağlayan dönemin dilidir. Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Gerçi, Orta Türkçeyi. ilk İslam devri eserlerinin verildiği XI. yüzyıl Karahanlı Türkçesinden başlatanlar da vardır. Ancak, Karahanlı Devleti'nin yayıldığı alanlar çeşitli Türk kavimlerini barındırmış olmasına rağmen, devrin yazı dili çerçevesindeki genel dil yapısı, yukardaki bölümde belirtilen özelliği dolayısıyla böyle bir ayrıma elverişli değildir.
Harezm Türkçesi, XII. yüzyıldan başlayarak, özellikle XIII. ve XIV. yüzyıllarda, Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında ve Aral'ın güneyindeki Amuderya bölgesi merkez olmak üzere Batı Türkistan'da kurulup gelişmiş olan yazı diline verilen addır. Bu yazı dili, edebî gelenek bakımından doğusundaki Karahanlı Türkçesine dayanmıştır. Fakat XI. Yüzyıldan beri bölgenin Türkleşmesinde önemli rol oynayan ve kuzeyden güneye ve Horasan'a kadar
uzanan Oğuz ve Kıpçak göçlerinin ve lehçelerinin de etkisi altında kalmıştır. Ayrıca, bu bölgede Yimek, Bayavut, Kalaç, Kanklı, Yağma, Çiğil gibi daha başka boylar da yer almıştır.
Esasen Orta - Asya Türk dünyası. XII. yüzyılda başlayan bazı kaynaşma, karışma ve ayrışmaların sonucu olarak, yavaş yavaş Türk dilinin genel yapısında birtakım değişme ve gelişmelere sahne olmuştur. Bu değişme ve gelişmeler yeni yazı dillerinin oluşmasına ortam hazırlamıştır. Böyle bir oluşum ve dallanmaya beşiklik eden asıl bölge Harezm bölgesidir. Bu bölge, dil tarihimizde, bir yandan Karahanlı Türkçesi ile Harezm Türkçesini biribirine bağlayan bir köprü vazifesi görürken, bir yandan da Eski Türkçenin yeni şartlar altında devamını sağlayan ve Doğu Türkçesini başlatan Çağataycanın oluşmasına ortam hazırlamıştır. Edebi gelenek bakımından, Harezm'in kuzeyindeki Altınordu-Kıpçak Türkçesi e Harezm Türkçesine dayandığı için bölgenin Kıpçak Türkçesinin ayrı bir kol haline gelişinde de büyük katkısı vardır. Horasan ve İran'dan batıya doğru yol alarak XIII. Yüzyılda Oğuz Türkçesi temelinde yeni bir kol oluşturan Türk yazı dilinin ilk belirtileri ve filizlenmesi de yine bu bölgede başlamıştır denebilir.
Görülüyor ki, Harezm bölgesinde kurulup gelişmiş olan Harezm Türkçesi. XIII. yüzyıla kadar birbirinin devamı niteliğinde tek bir kol halinde ilerleyen Türk yazı dilinin Çağatay, Oğuz ve Kıpçak temelinde yeni dallanmalarına kaynaklık etmiştir. Bu dallanmanın gerekli kıldığı şartlara elverişli bir ortam hazırlamıştır. Bir ayırım noktası görevini yüklenmiştir. Esasen bu dönem Türkçesine Orta Türkçe denmesinin sebebi de Eski Türkçe ile Yeni Türk dili kolları arasında bir geçiş dönemi niteliği taşımasındandır. Bu bakımdan Türk dili tarihindeki yeri önemlidir.
Harezm Türkçesine XIII. yüzyıl Moğol akınından sonra Moğolca bazı ekler ile Moğolca kelimeler de karışmıştır.
Karahanlı Türkçesini Harezm Türkçesine bağlayan eserler Anonim Kur'an Tefsiri ve Kısasü'l-Enbiya (Peygamberlerin Kıssaları)'dır. Kısasü'l-Enbiya, 1310 yılında Nasır Rabguzî tarafından yazılmış mensur, dinî bir eserdir.
Muînü'l-Mürîd (Müridlerin Yardımcısı), Revnaku'l İslam (İslamın Parlaklığı) ve Muhabbetname gibi manzum dinî eserlerde yer yer Oğuz Türkçesinin etkisi göze çarpar.
1341 Yılında Kutb tarafından yazılmış olan Husrev ü Şîrîn mesnevisi ise, Kıpçak Türkçesini temsil eden bir eserdir.
Doğrudan doğruya Harezm Türkçesinin ürünü olan eser, 1358 tarihinde Kerderli Mahmud tarafından yazılmış olan Nehcü'l-Feradis (Cennetlerin Açık Yolu)'tir.
Nehcü'l-Feradis, büyük çapta mensur dinî bir eserdir. Eldeki tarihi belli Harezm Türkçesi ürünleri genellikle XIV. yüzyıla aittir.
 
 
  Bugün 21 ziyaretçi (25 klik) kişi burdaydı!  
 
Diziizle
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol